Bismillahirrahmanirrahim.

Ülkemizde başta olmak üzere tüm dünyada büyük bir geçim krizinin yaşandığı herkesin malumudur. Sınırsız insan ihtiyaç ve isteklerini, sınırlı kaynaklarla karşılamaya yarayan iktisat kaidelerinin sarsılmasıyla bu kriz, her geçen gün daha da derinleşmektedir. Özellikle pandemi döneminden sonra etkisini daha da gösteren bu krizin birçok faktörü bulunmaktadır.

Bugün sizlerle bu krizin en önemli etkenlerinden olan israfın etkileri ve devası olan iktisadın ehemmiyetine, dayanağını Kur’an-ı Kerim ve sünnet- i seniyeden alan Üstâd Bediüzzaman Said Nursî’nin İktisat Risalesi eserinden istifade ederek değinmeye çalışacağız. Rabbim müstefid eylesin.

“Yiyiniz, içiniz lakin israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez.” (Araf Suresi 31. Ayet) ayetinin hakikatini, muhtemeldir ki bizim çağımız hem bireysel, hem içtimai, hem de devletlerarası düzeyde tüm acıtıcılığıyla yaşıyor. Çünkü dünya şu anda israf ekonomisi üzere bina edilmiş kapitalist sistemle yönetilmektedir. Kapitalist ekonomi, öncelikle tüketim üzere bina edilmiş bir sistemdir. Lüks ve israf üzere kurulan ve süfli ihtiyaçların ön plana konduğu reklamlarla devamlı tüketime teşvik edilen bu sistemde ürünler, planlı eskitme kaidesince belli bir süreye kadar dayanabilecek şekilde tasarlanmaktadır. Bu tüketimin artırılması için kurulan ve içine nüfuz ettiği yapıyı sarmaşık gibi yiyip bitiren ve nüfuzunun etkisince yıkıcılığı artan faiz düzeni ise zenginle fakirin arasındaki makası genişletmektedir. Bunun sonucunda dünyanın büyük bir bölümü zaruri kaynaklara ulaşımın imkansızlığıyla elem içinde yaşarken, diğer bölümü ise lüks ve şatafatın içinde gününü gün etmektedir.

Bir yerde haksız yere zenginleşenler görülüyorsa, hemen ötesinde hak ihlalleri yaşayanları aramak gerektiğini Hz. Ali bizlere vazetmektedir ki, el hak doğrudur. Büyük lokmaları elde etmek adına yapılan yolsuzluklar, rüşvetler, adam kayırmalar vs. hak ihlalleri; açlık, yoksulluk, sefalet, kargaşa, güvensizlik, yarına umutsuzluk gibi büyük problemlere sebebiyet vermektedir. Hele hele bu, toplumsal bir ön kabule bağlanmışsa vay o milletin haline! İaşenin sağlanması adına borçların, borçlardan kurtulmak için de faiz belasının içine girilince de hem bireyler hem de devletler, iktisadi yükün altında ezilmekte ve hürriyetlerini kaybederek izzet-i nefislerini kapitalist hegemonya altında pâyimâl etmektedirler.

Ona deva gibi gözüken Komünist-Sosyalist yönetimler ise bu zalim düzenin erkini sermayeden alıp devlete vermekle zulmün sadece el değiştirmesine sebebiyet vermektedir. Yani görünüşte zıt, ama asli itibariyle birbirinin kardeşi olan iki düzen altında toplumlar dümdüz edilmeye devam etmektedir. Bu israf sarmalının sonucunda ailesel dengede bozulmalar, toplumsal düzeyde anarşizm, devletsel olarak enflasyon artışları ve cari açıklar, ekonomi savaşları ve global anlamda çevre kirliliği meydana gelmektedir.

İslam inancına göre Allah-u Teala, dünyadaki her bir nimeti bizim hizmetimize amade eder. Bu teshirin sırrınca amaç istismar değil, isti’mal etmektir. İsti’mal şuuru ise, nimeti yeteri derecede kullanıp, gerektiğinde yeniden oluşmasına vesile olmaktır. Hasatlık buğdayın bir kısmının, sonraki ekim için depo edilmesi buna örnektir. Karşılıklı fayda mekanizmasıdır kısaca, istimal yasası. Bu yasadan en üst düzeyde istifade etmenin anahtarı da şükürdür. Şükreden insan, Allah'ın kendisine verdiği nimeti, onun kadrini bilerek ve diğer hem cinslerini de düşünerek, ihtiyacı ölçüsünde ve nispetinde kullanan insandır.

Üstad 7 nüktede mevzuyu anlatıyor. Birinci nüktede şükrün, verilen nimete karşılık olduğunu belirtiyor. Daha sonra çok veciz bir ifadeyle şükrün anahtarı olan iktisadın ehemmiyetini belirtiyor ve şöyle diyor. “İsraf, nimete karşı hasaretli (zarar verici) bir istihfaf (küçük görme); şükür ve iktisat ise nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. Zira iktisat hem manevi bir şükür, hem ilahi nimetlere karşı hürmet, hem kati surette bereket sebebi, hem bedene perhiz gibi sağlığa faydalı, hem manevi dilencilikten kurtaran bir izzet vesilesi, hem nimet içindeki nimeti hissetmemize ve zahiren lezzetsiz olan nimetlerin içindeki lezzeti görmemize kuvvetli bir vesiledir.”

Üstad ikinci nüktede bir misal veriyor. Ağız, beden sarayının kapıcısıdır. Kapıcıya değerinden fazla para vermek, onu rüşvete alıştırmaya ve kötü niyetli kişilerin sarayı ele geçirmesine sebep olur. Besleyicilik açısından az çok denk olan peynir ve baklava örneğini veren Üstâd, sırf birkaç saniyelik tadım adına biri diğerinin en az on katı maliyette olan iki üründen pahalı olanı seçmeyi israf görür. Belki biraz uç bir örnek gibi gözükebilir ama ağzı lükse alıştırmanın kişinin iradesini zayıflattığı da bir hakikattir. Bunca geçim krizine rağmen zamane insanının lüksünden taviz vermemesi, bazen bizleri hayrete düşürse de, aslında İbn Haldun’un vazettiği çok önemli bir kural işler: “Kıtlık zamanlarında insanları açlık değil, alıştıkları tokluk öldürür.” İnsan hakiki iştahı kaybettiği vakit yemeklerin çeşitliliğinden gelen suni ve yalancı iştahla yer. Bu da hazımsızlığa ve obezite başta olmak üzere birçok kronik hastalığa sebebiyet verir.

Büyük insanların yemek özelinde nimete bakış açısını üçüncü nüktede ele alan Üstad, Abdulkadir-i Geylani Hazretleri özelinde küberânın nimete şükür maksadıyla yaklaştığını belirtiyor. Zira nimete şükür, hakikati idrak edildiği takdirde nimetin kendisinden daha tatlıdır. Riyazet yolunun en büyük eşiklerinden biri olan iştah terbiyesinden geçenler, böylesi bir tada ulaşırlar. Hem bu mertebeye gelenler sadece bedenlerini değil, kalplerini, ruhlarını, akıllarını dahi doyururlar. Ruhun cesede, kalbin nefse, aklın mideye hakim olduğu bu mertebenin yakınından geçmeye azmettiğimiz Ramazan ayında bir kuru ekmeğe, bir bardak suya olan nazarımızın normal zamandaki gibi olmadığını hatrımıza getirdiğimizde, küberânın azametini idrak etmeye bir nebze yaklaşmışız demektir. Rabbim, onların sırrına erdikleri hakikatlerden kâm almayı bizlere nasip etsin.

Nasip olursa gelecek yazımızda eserden istifadeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Rabbim, kitaptan ayırmasın!

Abdullah AYYILDIZ