Sevginin şubeleri ve mertebeleri vardır. Maşuka özlemden başlar, sürekli gözyaşı döktüren boyuta çıkar. Sevginin şiddetiyle kendinden geçirir sonra, ona aşk derler. Ve bir derece sonrasında benlik namına bir şey kalmaz, adına vecd derler.
Sevdanın vecde tebdil ettiği an ve mekanda kalmıştık en son. Akif’i Taceddin Dergahı’nda bırakmıştık geçen yazımızda. Tıpkı Süleyan Nazif’in “mucize şiir” dediği, taa Şam-Medine demiryolunun el Muazzama istasyonunda yazdığı Çanakkale Şehitlerine eserinde olduğu gibi içli bir kalp var Akif’te. O vecdin yansımasıyla Bedr’in arslanlarına benzetir, görmediği aslanları. Ama bu sefer uzaklardan değil, savaşın en merkezi yerinde, çatışmaların yakından hissedildiği yerde gelir vecde Akif. Ve Resulullah’ın (SAV) sadık dost Hz. Ebubekir’e (ra) “La tahzen” (Korkma) nidasından ilhamla başlar şiirine. İman ve cesaretin birleşimidir bu nida. Hem askere, hem milletine, hem düşmana, hem de Rabbine dönük birçok veçhesinden, yazarımızın elde ettiği izlenimleri paylaşalım şimdi.
Millet, şahsiyetini iman potasında eriterek kimliğini inşa eden toplumdur. Hilal, İslam’ın kuşatıcılığını ve haçlı ile savaşını temsil eder. Hürriyetin en büyük nişanesi olan İstiklal ise, Hakk’a kul olmakla gerçekleşir. Teslimiyetin en büyük tezahürü ise, iman dolu kalpleriyle öne atılan askerdedir. Ve böylesi bir ruhla donanmış askerin en büyük gayesi, en aziz payesi, tabi ki de şehadettir. Bu mücadelenin üssül esası, hareket noktası, en büyük şiarı ise mabedler ve orada okunan ezanlardır. Akif’in şiirinde öne çıkan kelimelerden bahseden yazar, ırk kavramına da değinir. Irkı inkarın da, ırkla övünmenin de doğru olmadığını belirtir. Birbirinden apayrı bu kadar kavmi, aynı milletin çatısı altında tutan İslamdır. Ve ırkçılık, bu yapıyı temelden yıkan en büyük hastalıkların başında gelir. Yazara göreırk kelimesi, millet kelimesinin tahrif edilmiş halidir. Bendeniz Akif’in marş okunurken meclisten ayrılışının sebebini tevazusu, mahviyeti olarak bilsem de; sebebin bu tahrif olduğunu belirtir yazar.
Akif’in Safahat eserinde de görüldüğü gibi safha safha ümidini yitirdiği bir hakikattir. Bunda gamlı ruh halinin de tesiri vardır. Ümidi, Leyla şiirinde artık ulaşılamaz bir hayale dönüşen İslam birliğiydi. Zira artık cihanşümul bir medeniyetten neş’et eden ümmet algısından, milliyet darkalıbına indirgenmiş bir toplum dizaynı söz konusuydu. Öte yandan “İnancına ve hürriyetine vurulan darbelerin, Mısır’a hicretinde payı büyüktür” der yazar. Zira o artık İstiklal Marşımızın yazarı, Milli Mücadele’de vaazları cephelerde dağıtılan, Kurtuluş Savaşı’nı veren Meclis’te milletvekilliği yapan, Anadolu’da isyanları bastırmak için il il gezerek halkı İstiklal Savaşı’na çağıran, hülasa İstiklal’in fikir babası Mehmed Akif değil, “İrtica 906” koduyla aranan ve hayatı zehir edilen bir mimlidir.
Akif’in silinmeye çalışılmasına rağmen halkın gönlünde taht kurmasına vesile olan şey ise idealini hayatına samimi bir şekilde yansıtması, yani ihlasıdır diyebiliriz. Toplumu inşa adına Afgani gibi devrimi değil, Abduh gibi ıslahı önceler. Eskiyi fena olduğu için atmak, yeniyi lazım olduğu için almak gerektiğini belirtir. Ne halkına Fransız kalanları sever, ne de Avrupa’nın terakkisini inkar edip Şark’ın hayal aleminde yaşayanları... Gezilerinde edindiği izlenimlerin yanısıra, dil ve kültür alanında münevver şahsiyetlerle teşrik-i mesaisinin de bu denli geniş perspektifte etkisi büyüktür. Meselelere bakışı da güzeldir. Örneğin şahsın kişiliğine değil, yanlışına odaklanır ama kişinin fıskı kangren noktasına geldiği vakit de susmaz. Mütevazilikle izzetin birleşimi olan Akif, korkusuz ve azimli biridir. O sanılanın aksine sükut ehlindendir. Sükutunda 7 manayı ifade eder yazar. Şahsiyetinden hoşlanmadığı kişiyle bitmez bir sükutu vardır mesela. Biri çekiştirilince veya hakaret olunca ağır bir sükuta girer. “Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım, boğamasam da hiç olmazsa yanımdan kovarım.” Tavrının bir hülasasıdır. Musiki dinlerkenki sükutu da ayrıdır. Sırat-ı müstakim üzre olmayı ömcelediğinden dolayı aciz ve basiretsiz idarecilere karşı tavizsizdi. Tam ve tutarlı davranışları severdi. İradeli bir kişiliğe sahip oluşunda, gençliğinde yaptığı güreş sporunun etkisi büyüktür.
Akif’in İslam tasavvuruna da değiniyor yazar. Akif’in idealinin odak noktası, din, Kur’an ve dildir. Akif’e göre dinsiz cemaat olur ama cemaatsiz bir din olamazdı. En büyük ideali şuurlu yaşanan İslam’dı. Bunun yaşanabileceği en güzel yerler de camilerdi. Yazar, bu sebeple anlatıları cami kürsüsü motifli, cami ve medrese eksenli, mekanları müşahhaslaştıran bir dil kullandığını belirtir. Atalar dini olarak tasvir ettiği gelenekten ziyade Kur’an merkezli dini önceler. Eğitimin özünden yitirilerek teklenmesine de karşıdır. Bu sebeple medreseleri mahzun görür.
Akif’in kendine şiar edindiği esaslar vardır. Bunlardan ilki, “Hüküm Allah’ındır.” ayetidir. Akif’e göre Müslümanların edilgen olduğu, hakir görüldüğü bir yerde iman bağı olsa dahi Müslümanca yaşamak çok zordur. “Sizden olmayanları dost edinmeyin.” ayetiyle sitemi, mankurtlaşan batı hayranlarınadır. Müslüman camianın yanlış kader algısını “Başınıza gelenler, ellerinizle yaptıklarınızdandır” ayetiyle yıkar. Japonya örneğini verir nazara. Duanın sızlanma değil, kişinin Rabbi ile olan en kavi bağ olduğunu belirten yazar, Akif’in 2 dua şekli olduğunu beyan eder: zahiri, sözle yapılan dua ve içten feryad ettiği mutasavvıf yakarışlı dualar. İkinci duasının bir meyvesini, sancılı süreçten neşet eden İstiklal Marşı’yla yiyoruz tüm millet olarak.
Akif, mesajını şiirle verir. Hem öyle bir verir ki, birçok ülkeye basımı olan Sırat-ı Müstakim dergisi, nüfuzu sebebiyle Rusya’da yasaklatılır. Akif’in şiirleri, tabiri caizse Davudi sesin şiire yansımış halidir. Paslı gönülleri açan, taşlaşmış kalpleri yumuşatan, harekete geçiren bir tılsım… Bu denli etkinin ilmi arka planında doymak bilmez bir ilim aşkı olduğunu görebiliriz. Örneğin şair, baytar ve sosyolog olduktan sonra hafız olmuştur. Zira Kur’an ile olan bağının kuvvetini artırmak ister her vakit. Sanatsal arka planında Mevlana’dan, Yunus’tan, Sadi gibi kadim medeniyetten, Emile Zola ve Victor Hugo gibi Batı medeniyetinden, Ziya Paşa, Muallim Naci gibi çağdaşı yazarlardan etkilendiğini görebiliriz.
İçinde duygularını, hakikatleri, erdemi, kahramanlığı, uyarıcılığı ve bekentilerini dile getirdiği şiirler safhalara ayrılır. I. Safahat’te dış dünya unsurlarını, II. Safahat’te ideallerinin kaynağı olan İslam tasavvurunu, III. Safahat’te feryatlarını, IV ve V. Safahat’te dış alemin perişanlığını belirtir. Asım olarak isimlendirilen VI. Safahat’te ise tüm yılgınlıklarından azade olarak yeni nesli tasavvur etmeye çalışır. Akif, yeni nesilden umutludur. Çünkü Akif’in gözünde yeni nesil, imanı özümsemiş, dinamik, toplumu cehaletten, taklitten ve aldanmışlık hissiyatından kurtaracak bir azme sahiptir. Ancak gelişmeler, Akif’in yine beklentilerini inkıtaa sürükler ve tekrardan iç alemine dönmesine sebebiyet verir. VII. Safahat olan Gölgeler’de kendi iç deriniğinde dolaşan bir mutasavvıfa dönüşür. Bir derviş ruhu kaim olur, asıl mecrasına akan bir nehrin durgunluğu belirir onda. Cemiyetin öte yanında duran ve tek kalmaktan korkmayan bir portre sunar bize bundan sonra.
Kur’an tefsiri istenir ondan. Ancak ileri görüşüyle farklı niyetleri gördüğünden midir, yoksa tam vakıf olamayacağından korktuğundan mıdır bilinmez, ki yazarın düşüncesi birincisine daha yakındır, yaktırır nüshalarını. Ölümü ise daha hazindir. Bir garip gibi vefat eder, İstiklal Şairi. Devlet erkanından kimsenin katılmadığı bu cenazeye, bir üniversite öğrencisinin fark etmesi ile o zamana kadar meydana gelmemiş bir kalabalık katılır. Yüreği Hakk ve halk için çarpan bu vecd kahramanına yaraşır bir merasimle…
Ne Akif’in yaşamı ve kişiliği ne de yazarın sözleri, yazdıklarımızla sınırlı değil. Ancak güzelin dedikodusunu ettiğimiz bu mecrada bize de ancak bu kadarı düşüyor. İyisi mi siz, Akif’e iman şairi cihetiyle yaklaşan bu kitabı alın, okuyun. Ufkunuzu açacak derinlikte analizleri bulacağınız bir okuma dileği ve Akif gibi yaşantısını yazdıklarıyla uyumlu kılan iman abidesi bir adam olma duasıyla…
Rabbim kitaptan ayırmasın!
Abdullah AYYILDIZ