Hepimiz bu ruh hali içinde miyiz bilmiyorum ama nutkum tutulmuş, net konuşamamanın acısını yaşıyorum. Sürekli, hiç düşünmek istemediklerimi düşünüyorum. Beynimin kendini yaşatmak için kurguladığı bir savunma sistemi olduğunu bildiğim halde, kendimi, durmadan sonu ütopyalara varan senaryolar kurgulamaktan alıkoyamıyorum. Ama gerçek dünyaya dönüş yaptığımda, cevaplamam gereken binlerce sorunun hala varlığını sürdürdüğü gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorum.
Neden, nefes almaksızın, birbirimizi Siyonizm ve Emperyalizm'in uşağı olmakla suçlayarak, Siyonizm ve Emperyalizm’den nefret ettiğimizden daha çok, birbirimizden nefret ediyoruz? Sonra neden, birbirimizi küresel zulmün uşağı olmakla suçluyor, sonra küresel zulümle değil, birbirimizle savaşıyoruz? Zaferlerimiz ve yenilgilerimiz hep birbirimize karşı. Oysa artık Siyonizm, dünyaya dağılmış halde değil, geldi ve kalbimizin tam ortasına hançer batırdı. Orada duruyor. Emperyalizm, okyanuslar ötesinde değil, göğümüzü esir etmiş, evimizin etrafında dolaşıyor. İçimizden hiç kimse Emperyalizm'e uşak olmadı gibi bir iddiam yok. Sadece, “Neden birbirimize yaptıklarımız ve muhtemel yapacaklarımız yüzünden, birbirimizi Siyonizm ve Emperyalizm'e uşaklık yapılmak zorundaymış gibi bırakıyoruz?” diye soruyorum.
Muhakkak ki, üzerinde savaş yapılan topraklar, sonu zaferle sonuçlansa bile bir açıdan yeniktir. Çünkü geride harap olmuş bir coğrafya kalır. Neden savaşlar hep bizim coğrafyalarımızda oluyor? Neden bizimle savaşmaya onlar geliyor ve neden bizimle savaşlarını, bizi birbirimizle savaştırarak yapmalarına izin veriyoruz? Oysa bir zamanlar, bizimle savaşmak isteyenlere, önce biz giderdik. Çünkü onlar gelirse, mutlaka içimizden birilerini uşak edineceklerdir, annesi babası Müslüman çocuklarımızdan bazılarını kandırıp kâfir yapacaklardır. Sonra savaşlarla kendilerini güvene alacaklardır. Sadece Müslüman öldürmenin zevkini tatmak için gelip içimize yerleşenlerin tablosu bile, bu zillet karşısında kahrolmak ve aklımızı başımıza almak için bize yetmiyor mu?
Kaosun hakim olduğu topraklarda genelde ahlak çöker. Irkını, mezhebini veya çıkarını başına taç yapmış siyasi kıvraklıklar havada uçuşur, kin ve nefret kudurur, bir avuç para için yapılan ihanetlerin, beşi bir para haline dönüşür. İşte İslam, bu vahşi kaos devirlerinin terbiyecisidir ama biz, birbirimizi olduğu gibi İslam'ı da terk ettik. Ama artık dönelim, sırtımızı sıvazlayan küfrün yüzüne tükürüp birbirimize dönelim, özümüze dönelim, kardeşliğimize dönelim. La ilahe illallah diyenleri şefkatle, muhabbetle kucaklayıp sevelim.
Yolumuzun aydınlığı olması gereken tarihimiz, bizi körler ordusuna çevirmesin artık. Bu kaos fırtınası, gözlerimizi kum taneleri sayısınca birbirimize duyduğumuz kinle doldurmasın artık. Çünkü artık başımızı, içine gömdüğümüzden, tüm ihtilaf çukurlarından çıkarıp etrafımıza bakmamız ve sormamız lazım. Neden gözleri korkuyla yuvasından fırlamışlar hep Müslümanlar olsun? İşte bir taraftan Gazze'de, Siyonist bombalar altındaki Müslüman bebeklerin sadece gözbebekleri büyüyor. Diğer taraftan ise Şii veya Sünni milislerin eline esir düşmüş Müslüman kardeşlerin gözleri, aslında kardeş olması gerektiği kişiden duyduğu korku nedeniyle yuvasından fırlıyor. Müslüman coğrafyada, sadece Müslüman olmayanlar kendini güvende hissediyor, sadece Müslüman olmayanlara hoşgörü ve şefkatle davranılıyor. Bu acı karşısında yürek dayanır mı? Tüm zalim dünya zaten Müslüman öldürüyorken, Müslüman da Müslümanı öldürür mü?
Biz her zaman gücün çocukları olmadık. Bazen yendik bazen de yenildik. Allah'u Teâlâ görünür zaferi, düşmanlarımızla bizim aramızda nöbetleşe kıldı. Ama biz, zaferlerde de yenilgilerde de, merhametin, iyiliğin, adaletin ve kardeşliğin çocukları olmakla mükellefiz. İşte o zaman yenilmez oluruz. Çünkü varlığın iyi tarafında olduktan sonra şehadet de bir zaferdir. Ama gerçek şu ki, biz içimizden birbirimize karşı duyduğumuz bu kin ve nefreti çıkarmadan, Siyonizm'i ve Emperyalizm'i içimizden asla çıkaramayacağız.