Modern felsefenin hala popülerliğini kaybetmemiş düşünceleri arasında olan ve temsilcileri arasında önemli oranda Yahudi felsefecinin bulunduğu varoluşçuluk, fenomenoloji, postmodernizm… gibi akımlar, dünyamıza bireyciliği pompalamaya devam ediyor. Önemsememezlik etmeyelim. Çünkü felsefesi detaylı şekilde kurgulanan bu düşünceler, zamanla eğitim, sanat, bilim, hukuk gibi alanlara da uyarlanıyor ve insan zihnini, yaşamıyla beraber kapısının arkasına kilitliyor. Doğru, kılcal damarlara kadar inen bu düşüncelerin inceliği, zihinlerde tat bırakıyor. Çünkü insan, “orman” veya “okyanus” gibi tümel adlarla adlanıp, büyüklüğün içinde kaybolmak istemiyor. Her insana göre kendisi, kendine has bir “damla” veya “ağaçtır” ya da farklılığını (kendiliğini) daha belirgin kılan, benliğini biricik yapan “yapraktır”. Hatta yapraktaki “kıldan ince“ damardır”. Çünkü beşeriliğin temel davası var olmaktır ve Berkeley’in sözleriyle; “varolmak algılanmaktır”. 

Bu açıklama şimdilik burada dinlensin.

Arada, pratik dünyaya dönelim. Dünyanın jandarması! Amerika’nın seçimlerinden, Amerika'daki Siyonizm'i görelim. 350 milyon nüfusluk Amerika'da yüzde iki, yani maksimum 7,5 milyonluk Yahudi nüfus var biliniyor. Görün ki bu nüfusun Amerika’daki gücü, nüfusunun oranından katbekat yüksektir. Başkan Biden'ın üç çocuğu da (Hunter, Beau ve Ashley) Yahudilerle evlidir. Seçimi kazanan Trump'ın damadı Jared Kushner muhafazakâr Yahudi’dir. Trump'ın Ortadoğu danışmanlığını yapmıştır. Kaybeden Kamala Harris'in kocası Douglas Emhoff da muhafazakar bir Yahudi’dir. Seçimler garantide.

Bu liste, Amerika Dışişleri Bakanı Blinken, Yardımcısı Sherman, Adalet Bakanı Garland, Hazine Bakanı Yellen, İç Güvenlik Bakanı Mayorkas, CIA Direktör Yardımcısı Cohen, Ulusal İstihbarat Direktörü Haines gibi isimlerle uzayıp gider. Bürokrasinin yüzlerce kritik yeri, Amerika'nın yüzde ikilik Yahudi vatandaşları tarafından doldurulmuştur. Siyasetteki hakimiyet, doğası gereği bürokrasiyle yetinmez. Sineması-medyasından, üniversite kürsülerinde oturan bilim adamlarına kadar tüm alanlar, aynı fikir tarafından kontrol altına alınmış. Bugün Siyonizm'in Dünya'nın ekonomisine, siyasetine, sanatına, bilimine, felsefesine, medyasına… yansıyan görünürlüğü perdelerimize, buradan alınan güç kaynağı tarafından yansıtılıyor.

Şimdi yukarıda dinlenmeye bıraktığımız uyuşuk fikrimizi soru sorarak karşılaştırabiliriz. Tüm dünyada hegemonya kuran bu etkin siyonist görünürlüğe, bireysellik felsefeleriyle mi, yoksa yüzyıllara ve nesillere yayılan sıkı bir örgütlülük içinde, durup dinlenmeden çalışılarak mı ulaşıldı? Cevap, cevaplandırılmayı gerektirmeyecek kadar açık olduğundan geçiyoruz.

Elbette mesele bu denli sığ değil ama sonuçta makale yazmıyoruz. Yine de buraya, oldukça sıradanlaşmış bir hakikati; her ağacın meyvesinin kendine has tadını duyumsayarak da her yaprağın kendine özgü rengine hayranlıkla bakarak da bir ormanın gücüne ulaşabiliriz hakikatini bırakalım. Çünkü içimizdeki çöl artık yanıp kavruluyor. Müslümanlar olarak, sadece bireyciliği değil, “benim gibi olun” zorbalığını, ırkçı milliyetçiliği, mezhepçiliği ve asıl hedefi birleştirmek olan cemaat yerine, daha bir bölük pörçük eden, ederken de durmadan kin pompalayan karşıt cemaatçiliği terk etmemiz gerekmiyor mu? Perdeyi çekince, etkin var olmaya çalışan bireyciliğimizin, murad ettiğinin aksine, bizi varlığın içinde daha bir silik kılmış olduğunu görmüyor muyuz? İşte tam burada “cennete bile gitsem orada müminleri örgütlerim” diyenin ellerinden öpmek gerekmiyor mu?

 Evet, insan olarak istatistikten ötesiyiz. Birey olarak biriciğiz. Birbirimizin kopyaları değiliz. Her insan, yazılmış farklı bir romandır. Ama her zaman 1+1=2 etmiyor. Damlaya damla eklediğinizde sonuç iki damla olmuyor. Çünkü beraber  “Bir” olanın kullarıyız. Sadece büyük bir Bir’le var oluruz, büyük, iyi ve güzel oluruz. Davamız, siyonistte olduğu gibi gücü sadece bize has yapmaz, gücü adil kılar. Yani mü’min’de “güç”, elit bireylerin, ayrıcalıklı toplulukların zulmünün değil, adaletin aracı olur.