Mahmud Abbas TBMM’de konuşma yaptı. İç kamuoyuna bu konuşmanın, Netanyahu’nun ABD Temsilciler Meclisi’nde yaptığı ve onlarca defa ayakta alkışlandığı konuşmaya aynı tarzda tepki olduğu izlenimi verilmeye çalışıldı. Peki, gerçekten öyle mi?
Netanyahu ve temsilcisi olduğu Siyonizm, önüne gelen herkese acımasızca saldırdı. İnsanları topraklarından sürdü, evlerini başlarına yıktı, varlıklarını ellerinden aldı. Tarihin gördüğü en barbar vahşilerden daha pervasızca, onbinlerce sivil kadın, yaşlı, çocuk, bebek öldürdü. Ne insan haklarını, ne devlet kurallarını, ne BM’yi önemsedi. Her biri başlı başına çok büyük suç olan binlerce suç işledi. Camilere, güya BM’in koruması altında bulunan okullara, mülteci kamplarına, hastanelere saldırdı. Soykırım suçu işledi. Yani, kağıt üzerinde yazılı bütün uluslararası kuralları, yasaları çiğnedi. Hiç kimseyi, hiçbir kuralı kaale bile almadı ve ABD bu adamı aldı, kendi meclisinde onlarca defa ayakta alkışladı.
Buna karşılık verme sorumluluğu hissetmek elbette önemli. Malum, İslam devleti olarak bilinen birçok yerde buna karşılık verme gibi bir düşünce bile oluşmadı. Bizim tepkimiz ise ancak Mahmud Abbas’ı konuşturacak düzeye kadar çıkabildi. Çünkü Mahmud Abbas, dünyaya şimdiki zulüm sistemini dayatan Batı merkezli Emperyalizmin Filistin’de muhatap aldığı adamdı. ABD ve AB hegemonyasındaki dünyanın Filistin'deki adamıydı. Çünkü Mahmud Abbas, görünür bölgesel bir toprak meselesi dışındaki hemen hemen bütün konularda Batılı gibi düşünür. Filistinlilerin kendi öz uygarlıklıları ile uyumlu, Batı düşüncesinden uzak bir devlet kurma çabasına destek olmayı bırakın, tam aksine bunu engellemek için elinden gelen her kösteği yapar. Yani biz de Batıya karşı, ancak Batı’nın muhatap aldığı adamı konuşturacak kadar cesur olabildik.
Netanyahu’yu konuşturmak ile Abbas'ı konuşturmak asla birbirine denk değildir. Netanyahu’yu konuşturmak, ben dünyanın efendisiyim, hiçbir hak, hukuk, kanun, vicdan kural tanımam demektir. Mahmud Abbas'ı konuşturmak ise, ben tepkiliyim ama sizin koyduğumuz kurallara da hala bağlıyım demektir.
Elbette düşman, işgal edemediği coğrafyaların en azından kendine benzeyenler tarafından yönetilmesini isteyecek. İşte Mahmud Abbas, meydanda kaybedilebilecek bir savaşın, masa başında kazanılma düşüncesinin garantörüdür. Bizim olmayacaksa bile en azından bizim gibi olsun düşüncesinin temsilcisidir. Şu anda, o kutsal coğrafyada, mücadeleyi sürdürenler gibi, bir Kudüs davası fedaisi değildir. Batı zihninin ürünü, milliyetçi seküler bir Filistin devletinin savunucusudur. Onun için Vahşi Siyonizm'e, Batının ifsad yüklü zihnine, dünyaya dayattığı orman kanunlarının zulmüne karşı destansı bir direniş gösteren, kendi öz değerlerinin savunucusu olanlar, elbette Batı zihinliler tarafından muhatap kabul edilmezler. Keşke biz biraz daha cesur olup kabul edebilseydik. ABD, Netanyahu'yu konuşturarak, ben dünyadaki hiçbir sistemi, hiçbir kuralı tanımam dedi. Biz ise, Mahmud Abbas'ı konuşturarak, hala sistemlerinin içinde olduğumuz mesajını verdik. Çözümü yine onların çıkarlarını gözeten kurumlarında, onların zalim hukukunu gözeten mahkemelerinde arayacağımızı ilan ettik.
Elbette ABD, AB, Siyonizm ve onların yerli işbirlikçi köleleri bundan bile hoşnut olmayacaklardır. Çünkü Amerika'nın Ortadoğu'daki bir eyaleti gibi davranan, yani tam teslimiyet gösteren uşak devletleri tercih edecektir. Ama uyanık olmalıyız. Tepki veriyormuş gibi görünen Batılıları ve Batı taklitçisi zihinleri vazgeçilmez ve onurlu savunucular olarak görme hatasına düşmemeliyiz. Tarihimiz örneklerle dolu. Nice coğrafyalarımızda sırf Allah için Allah'u Ekber nidalarıyla, büyük bedeller ödenerek savaş meydanlarında kazandığımız nice mücadeleleri, oldukça basit oyunlarla, masa başlarında kaybettik. Son söz, acı bir ironi ile beraber Aliya İzzetbegoviç’e ait olsun.
“ Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”