Kendisi istemediği halde, eşinin mahkemeye boşanma talebinde bulunmasını bizlere yazan bir kardeşimizin sorusu şu şekilde;

Ben yaklaşık bir buçuk yıl önce eşimle, annesinin kışkırtmaları yüzünden ayrıldım. Ayrılma sebebimiz; eşimin evden izinsiz dışarı çıkması ve çıkarken bana haber vermemesi durumunu kabul etmememdir. Ayrılma sürecinde araya giren kişiler bu işin İslami ölçülere göre olmasını söyleseler de onlar mahkemeye başvurdular. Bu durumda kişinin İslami ölçüleri kabul etmeyip mahkemeye gitmesi nasıl değerlendirilir. Söz konusu boşanma kadının kendi isteğiyle gerçekleşirse, mehir kendisinden alınır mı? Ayrıca 17 aylık çocuğumuzun velayet durumu nasıl olur?

Geçerli bir sebebi olmadığı halde kadının, eşinden boşanma talebinde bulunması caiz değildir. Bu meseleyi, talakın asıl sahibi olan kocaya açmayıp direkt mahkemeye sunmak, hem ahlaki hem örfi hem de şer`i açıdan kabul edilebilir değildir. Sevgili Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır; Ciddi bir sebep olmadan, kocasından boşanma talebinde bulunan kadın, cennetin kokusunu alamaz. (Ebu Dâvud, Tirmizî)

Allah`u Teâlâ erkeğin boşanma talebinde bulunmasını dahi “en fazla buğzettiği helal” olarak vasıflandırmışken, kadının böyle bir talepte bulunması veya daha kötüsünü yapıp mahkemeye başvurması olacak şey değildir.

Bununla birlikte daha önceki çeşitli yazılarımızda da belirttiğimiz gibi; kocanın sorumsuzluğu ve zulmü gibi kadını bu duruma sevk eden geçerli sebepleri varsa, şer`i bir mahkemeye başvurarak boşanma talebinde bulunabilir. Şer`i mahkeme; âlim, kanaat önderi, dernek ve cemaat yetkilileri olabilir.

Yaşadığımız ülkenin hukuk sisteminin nasıl bir düzen üzerine bina edildiği herkesin malumudur. İnançlarımızı ve dini yaşantımızı hiçe sayarak hazırlanan gayri İslami mahkemeleri -kocanın rızası olmadığı halde- boşanma gibi önemli bir hususa hakem kılmak caiz olmazken, verilen kararların da şer`i olarak herhangi bir bağlayıcılığı yoktur. Yani koca istemediği halde hâkim tarafından boşanma gerçekleştirilirse, bunun şer`i nikâh üzerinde herhangi bir etkisi olmaz. Koca eşini üç talakla boşamadığı sürece veya mahkeme şartlarına binaen bu talakların yerine geçen imzaları atmadığı sürece, boşanma söz konusu olmaz.

Nikâh akdinden sonra zifaf meydana gelmişse, mehirin tamamı kadının sayılır. Boşanma nedeniyle erkeğin eşinden mehri talep etmesi veya borç olarak kendisindeyse, eşine vermemesi caiz değildir. Zira kadın kendi nefsini eşine teslim ettikten sonra mehrin tamamını hak eder.

Ancak boşanma kadının kendi isteğiyle gerçekleşmişse, erkek başta mehir olmak üzere bunu herhangi bir maddi karşılık şartıyla kabul edebilir ki buna fıkıhta hul` denir. Hul`; kadının, maddi şeyler vermesi karşılığında kocasından boşanma talebinde bulunmasıdır. Allah`u Teâla bu hususta şöyle buyurmaktadır;

…(Evlilikte) tarafların Allah`ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin için helâl olmaz. Eğer onlar Allah`ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de günah yoktur...” (Bakara 229)

İslam âlimleri, ayette geçen “bedel” lafzıyla, kadının hul` yaparak boşanma talebinde bulunmasının kastedildiğini bildirmektedir.

Rivayet edildiğine göre Sahâbeden Sâbit Bin Kays`ın karısı kocasının çirkinliğinden, başka bir rivayette ise kendisini dövdüğünden şikâyetle Hz. Peygamber`e gelir ve kocasından ayrılmayı talep eder. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) kadına mehir olarak aldığı bahçeyi Sâbit`e geri vermesini söyler. Kadın ayrıca başka mal vermeyi teklif etse de Resûlullah, Sâbit`ten yalnız bahçeyi geri alıp karısını boşamasını ister. (Buhârî)

Bebeğine bakma hususunda anne, babadan daha fazla layıktır. Dolayısıyla çocukların bakıma muhtaç oldukları yedi yaşından önceki dönemlerde çocuk annesinin riayeti altında kalır. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) zamanında boşanan bir çift çocuk hususunda ihtilafa düştüklerinde anne Hz. Peygambere gelip şöyle dedi: “Ey Allah`ın elçisi! Şu oğluma karnım yuva, göğsüm pınar, kucağım kundak olmuştur. Şimdi ise babası beni boşamıştır ve çocuğu benden çekip almak istemektedir.” Efendimiz bunun üzerinde, “Sen evlenmedikçe daha çok hak sahibisin.”  diyerek çocuğun, annesinin yanında kalması gerektiğini belirtti. (Müsned, Ebû Dâvûd).

Buna benzer bir olay da Hz. Ebû Bekir`in devlet başkanlığı döneminde meydana gelmiştir; Hz. Ömer ile boşadığı karısı Ümmü Âsım arasında çocukları Âsım`ın kimde kalacağı hususunda anlaşmazlık çıktığında, Hz. Ebubekir, Hz. Peygamber`in uygulaması istikametinde çocuğun annesiyle birlikte kalmasına karar verdi. Hatta bu vesileyle Hz. Ebubekir`in, Ömer`e, “Annenin kokusu, okşaması ve şefkati çocuk için büyüyüp kendi tercihini kullanıncaya kadar senin yanındaki petekli baldan daha hayırlıdır” dediği rivayet edilir (Abdullah Bin Yûsuf Ez-Zeylaî). Fakihler, Hz. Peygamber ve sahâbe dönemindeki bu uygulamalardan hareketle evlilik sonrasında çocuğun velâyetinin öncelikli olarak babaya, bakım ve riayetinin ise anneye ait olduğu hususunda görüş birliği içindedir.

Anne çocuğa baktığı sürece, çocuğun bütün nafakaları babasına aittir. Hatta anne dilerse, boşandığı eşinden süt ve bakım ücreti talep edebilir.