İslam, herhangi bir sebep için nezretmeyi teşvik etmez. Bunun yerine şükür için sadaka vermeyi tavsiye eder. Eğer bir kimsenin Allah`u Teâla`dan herhangi bir talebi varsa ve bu talebi yerine gelirse; şükür niyetiyle bunun için sadaka vermesi, “Ya Rabbi şu talebim yerine gelirse, şu hayırda ya da bu ibadette bulunacağım” demesinden çok daha hayırlıdır. Ebu Hureyre (radiyallahu anh)`dan rivayet edildiğine göre Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmaktadır: Nezir, ademoğluna, Allah`ın kendisine takdir etmediği hiçbir şeyi yakınlaştırmaz. Ancak nezir, kadere muvafık olur. Nezir sayesinde, cimrinin kendi arzusu ile çıkarmak istemediği, cimriden çıkarılır. (Müslim) Hadiste de geçtiği üzere nezir gönülsüz verme sayıldığından, gönül hoşnutluğuyla verilen “şükür sadakasıyla” bir tutulmaz. Dolayısıyla İslam`ın teşvik etmediği bu davranıştan uzak durmak daha evladır.
Nezir islam tarafından teşvik edilmediği halde meydana gelirse, bununla ilgili hükümlere riayet edilmesi vaciptir. Bir kimse herhangi bir şarta bağlayarak nezirde bulunur da sonrasında bu şart yerine gelirse, nezrettiği şeyi yerine getirmesi gerekir. Eğer İslam`ın uygun görmediği “Boşanma veya sılayı rahmi kesme” gibi bir davranış üzerine yemin ederse, bu davranışı yerine getirmez, bunun yerine yemininin kefaretini verir. Efendimiz şöyle buyurur: Kim bir şey hususunda yemin eder, sonra da hilafını daha hayırlı görürse, derhal kefaret vererek yemininden vazgeçsin ve yemin ettiği husustan daha hayırlı olanı yapsın. (Müslim, Muvatta, Tirmizî ve diğerleri)
Nezrini yerine getirmeye güç yetiremeyenler imkân bulduklarında bunu yaparlar. Kesin güç yetiremeyeceklerine kanaat getirenlerle ilgili ise her dört mezhebin gittiği dört farklı görüş bulunmaktadır;
Maliki mezhebine göre nezrini yerine getirmeye güç yetiremeyenler için herhangi bir sorumluluk yoktur. Nezir olduğu gibi bu kimsenin zimmetinden kalkar. Hanefi mezhebi, nezirden güç yetirilecek kadarının yerine getirilmesini vacip görür. Eğer güç yetirilebilecek kadarı yerine getirilirse, güç yetirilemeyen düşer. Şafiler, yerine getirilmesi nezredilen fakat o anda güç yetirilemeyen ibadetlerin kazası yapıldığı takdirde sorumluluğun ortadan kalkacağı görüşündedir. Hanbeliler ise yerine getirilemeyen nezirlerin telafisi için yemin kefaretini zorunlu görürler. (Kuveyt Fıkıh Ansiklopedi c.40 s.208, 211)
Ağzımızdan çıkan her söz nezir olmaz. Eğer nezir diye kurduğumuz cümle “şu bana nezrolsun ya da benim üzerime gerekli olsun” şeklinde telaffuz edilmişse, cumhurun büyük çoğunluğu bununla nezrin gerçekleşeceği görüşüne gider. Aralarında Said Bin Müseyyib`in de bulunduğu azınlık bazı âlimler ise adağın zorunlu olabilmesi için illa “nezir” lafzının kullanılması gerektiği görüşündedir. Eğer nezir cümlesi az önce zikredilen cümleyle değil de sıradan bir konuşma şeklinde cereyan etmişse, kinayeli nezir olacağından kişinin niyetine bakılır; eğer niyeti nezirse, yerine getirilmesi gerekir. Yok, eğer bununla sıradan bir cümleyi kastetmişse, kullandığı cümlenin herhangi bir bağlayıcılığı olmaz.
Bir kimse nezir ettiği şeyi belirtmezse, yemin kefaretini yerine getirir. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) “Nezir yemin gibidir. Kefareti de yemin kefaretidir.” (Müslim, Ebu Dâvud) Dolayısıyla “şu işim olursa nezirde bulunacağım” şeklinde yapılan nezirler için yemin kefareti gerekir.
Günümüzde nezirler çoğunlukla hayvan kesimi üzerine yapılır. Bir kimse herhangi bir hayvanı kurban edeceğine dair nezirde bulunursa, bu hayvanın etinden ne kendisi ne de bakmakla yükümlü olduğu birinci dereceden akrabaları yiyebilir. Eğer hayvana niyet ederken bir miktar da kendi aile efradına ayıracağını belirtirse, etinden yiyebilir. (Hüsameddin Bin Affane, Yes'eluneke c.1 s.367)