Hemen hemen hepimizin, az da olsa birilerinden alacağı veya birilerine vereceği bir şeyleri vardır. Verdiğimiz veya alacağımız malları borç akdi üzerine yapmışken, sonrasında farz olan bir ibadete çevirmek birçok âlim tarafından caiz görülmemektedir. Aralarında dört mezhebin de yer aldığı cumhur, verildiği vakit zekât niyeti getirilmeyen her türlü atiyyenin zekât sayılamayacağı konusunda neredeyse ittifak etmiş durumdadır.
Sahiheyn`de zikredildiği üzere Sevgili Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) Muaz Bin Cebel`i Yemen`e gönderdiğinde kendisine “Onlara zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere Allah`ın farz kıldığı sadakayı (zekâtı) öğret.” diye buyurdu. Hadisi şerifte efendimiz; “zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere” cümlesiyle zekâtın, vakti geldiğinde bir güruhtan alınıp başka bir güruha verilmesi gerektiğini bildiriyor. Yani zekât “alınıp verilmediği” takdirde geçerli sayılmayacaktır.
Alınması beklenilen ve beklenilmeyen diye iki çeşit borç vardır. Bir kimse başkasına verdiği borcu alma ihtimali yoksa verdiği malların zekâtı kendisine vacip değildir. Ancak ileride kendisine mallar iade edilirse, zekâtın verilip verilmemesiyle ilgili üç ayrı görüş bildirmek mümkündür. Birincisi; Hz Ali ve İbnu Abbas (radiyallahu anhuma)`nın da aralarında bulunduğu cumhur, verilmeyen bütün yılların zekâtının verileceğini söyler. İkincisi; Maliki mezhebinin görüşüdür, sadece bir yılın zekâtının verileceğini bildirir. Üçüncüsü ise; İmam Ebu Hanife ve iki öğrencisi İmam Muhammed ile İmam Ebu Yusuf`un gittiği görüştür ki, bu durumdaki kişilere zekâtın farz olmadığını söylerler. Son görüşe göre bu tür borçlar sıfırdan elde edilen mallar gibidir, ancak üzerinden bir yıl geçerse zekât vacip olur. (Fıkhuz-Zekât, Şeyh Yusuf El Karadâvî s.129)
Verilmesi muhtemel olan borçların ödeme vakti daha gelmemişse dahi alacaklının imkânı varsa vakti geldiğinde zekâtını vermesi gerekir. Yok, eğer imkânı yoksa borcunu aldığında geciktirmeksizin bütün yılların zekatını verir.
Verilen borçların zekâttan sayılması meselesine tekrardan gelecek olursak, bu mesele borcu kendisine eda edilmeyen birçok kişinin zekâttan kaçmak için sık sık seydalara sorduğu sualler arasında yer almaktadır. Konuyla ilgili fakihlerin gittiği görüşü yukarıda zikrettik. Ancak fıkıh kitaplarında geçen şu ayrıntıyı zikretmekte fayda vardır. Şafi mezhebinin muteber kaynaklarından biri sayılan ve İmam Nevevî ile İmam Rafii`nin görüşlerinin toplandığı İbnü'n-Nakib Eş Şafii`nin Umdetüs-Sâlik adlı eserinde şu ibarelere yer verilmektedir;
Alacaklı, borçluya zekâtını verdiği takdirde borcunun ödeneceğini umuyorsa ya da borçluya “malımı ver, zekât sana vereceğim” veya borçlu “zekâtını bana ver, borcunu vereyim” derse ve dedikleri gibi de yaparlarsa verilen zekât geçerli olur. (sayfa 154)
Ancak söz konusu bu yöntemin geçerli olabilmesi için borçlunun gerçekten zekâtı hak edecek sekiz sınıftan biri olması gerekir. Eğer maddi imkânı yerinde olan biriyse zekât geçersiz olur. Dolayısıyla dev şirketlerin kendi aralarında böyle bir yönteme başvurmaları caiz değildir. Zira varlıklı oluşları sebebiyle kendilerine zekât düşmemektedir.