Kısa süre önce bir yazımda şöyle bir hakikate değinmiştim. Bediüzzaman der ki; ‘Batılı tasvir etmek saf gönülleri tadlil eder(doğru yoldan saptırır ve azdırır), delalete düşürür.’
Yıllardır bıkmadan, usanmadan televizyon (kanalizasyon) aracılığı ile o kadar necis görüntüleri ve en ağır necaset fikirleri öylesine pervasızca evlerimizin baş köşelerinde ağırlıyoruz ki...
TV’ye maruz kalmaktan az biraz başımızda akıl kalmışsa eleştiriyoruz bir yandan da... Bir dizide, filmde daha beter ne olabilir ki dememize fırsat kalmadan bir bakıyoruz ki beterin beterini de yapıp gözler önüne sermişler. Bu böylece durmaksızın, soluksuz bir şekilde devam edip gidiyor; biz durmaksızın, soluksuzca izlemeye devam ettiğimiz sürece...
Bir aralar TV’deki her içeriğin başında 'gerçek kişi ve olaylarla alakası yoktur, tamamen hayal ürünüdür’ diye bir bilgilendirme metni yansırdı ekrana. Şimdilerde ise sanki bütün içerikler tek bir kaynaktan çıkıyormuşcasına ‘gerçek bir hayat hikayesidir’ yazıyor hepsinde.
Adeta, ‘Sizin hayatınızın tek gerçeği bu içeriklerden ibarettir' dediler ve her türlü ahlaksızlığı, terbiyesizliği, ötekileştirmeyi, şiddeti, kısacası pislik namına ne varsa hepsini özenle, nakış gibi işlediler saf gönüllere ve benimsettiler toplumda. Sonuç; doğru yoldan sapan, azmış ve dalalete düşmüş enkazlar halinde bir toplum...
TV bağımlısı olarak hayatını idame etmeye çalışan bizler de bir kılıf bulacağız ya izlediklerimize... ‘Ama bunlar gerçek hayat hikayesi, ama yalan değil ki bunlar gerçek hayatta da oluyor, ama duyuyoruz gerçek hayatta daha kötüleri de oluyor...’ Diyoruz. Gören de sanır ki toplumun kanayan yaralarına tampon olmak konusunda hassas bir birey edasıyla gündemi takip ediyoruz... Oysaki bu rezillikleri gündemimize taşıyanlar bizi, biz ise kendimizi aldatıyoruz. Çünkü bu konuların aması yok kardeşlerim, amacı var! Toplumu ifsad etmek...
Bir de hiç gelmiyor aklımıza, yahu bu toplumda hiç mi güzel bir şey olmuyor? Acıdan ve pislikten besleniyoruz, farkında değiliz. Bugün komedi adı altında sergilenen iğrenç içerikler de ‘izahı olmayanın mizahı olur’ gibi bir gerekçeyle aynı kaynaklardan besleniyor.
Yayın içeriği bu kadar iğrenç olmasa dahi Müslümanın bir gecede bir diziye ayıracak üç saati yoktur, olmamalıdır. Müslümanın boş vakti yoktur çünkü. O ahirette biçeceği tarlasına en güzel ekinleri ekmekle meşguldür. Müslümanın gündemini başkaları, özellikle İslam düşmanları belirleyemez. Müslüman gündemini kendisi belirler. Müslüman güdülecek koyun değildir. Basiretinden, ferasetinden korkulması gereken eşrefi mahlukattır. Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz. Hata olduğunu bildiği bir işinde tevbe eder, ısrar etmez. Müslümanın gözü değil harama boş şeye bile bakmaz. Çünkü bilir ki göz neye bakarsa gönül ona akar...
Müslümanın özelliklerini sorgulayamayacağımıza göre geriye yapacak iki şey kalıyor. Ya bu gidişe bir dur diyeceğiz artık. Vakti çoktan geçti ama hatanın neresinden dönülse yine de kârdır. Ya da Müslümanlığımızı sorgulayacağız. Başka yolu yok.
Yeter algılarımızla oynadılar, demiyorum. Çünkü onların işi bu. Suçu kendimizde aramazsak eğer, bu hamur daha çok su götürür. O suda daha çok can boğulur gider. Yazının başlığında da belirttiğim gibi algılarımızla oynattığımız yeter kardeşlerim. Vallahi yeter!