Savaşın bir coğrafyasının olduğunu da gördük. Acının bir renginin, gözyaşının, aktığı coğrafyaya göre değiştiğini de… Ölen bizden olunca 3 maymunu oynayanların, kendilerine ateş dokunduğunda dünyayı nasıl yaktıklarını, ayağa kaldırdıklarını da gördük. Öldürülen çocukların saç ve göz rengine göre dünyanın kendini nasıl konumlandırdığını da gördük.

Rusya’nın Ukrayna işgali bir kez daha gösterdi ki batı hiçbir zaman bizi sevmeyecekti. Bizi hiçbir zaman kendinden görmeyecek, bize hiçbir zaman değer vermeyecekti. Bizler savaşlara; coğrafyasına, insanlarına, ten renklerine, konuştukları dillerine bakmaksızın karşı dururken, onların savaşlar arasına, yaşadığı coğrafyalar arasına nasıl bir ayrım koyduğunu da gördük.

Savaş, bizim mazlum coğrafyamızda yaşandığında, kafasını kuma gömenlerin, at gözlüğü takanların, insanlığını unutanların, savaş kendilerine döndüğünde nasıl organize ve etkili hareket eder olduklarını da gördük.

Medeniyetin beşiği, insan haklarının merkezi olarak görülen ülkelerin savaşın bizim coğrafyamızda yaşanmasından zerre gocunmamaları karşısında kendilerine yakın gördüklerine bir acı dokunduğunda savaşın durması için neler yapabileceklerini de gördük.

Yüzyıllardır coğrafyamıza savaş taşıyanların, canımızı alanların, şehirlerimizi viran eyleyenlerin, savaş kendilerinden birine dokunduğunda savaşa nasıl karşı olduklarını da gördük. Coğrafyamızda bedenlerinden büyük bombalar altında can veren insanlarımızın onlar için hiçbir anlam ifade etmediğini de gördük. Ölen bizden olunca sesi soluğu çıkmayanların, ölümün coğrafyalarına taşınmasından ne kadar rahatsız olduklarına da şahitlik ediyoruz.

Rusya’nın Ukrayna işgalinde bir kez daha gördük ki ölen çocuk olmuş, kadın olmuş onlar için hiçbir önemi yok. Onlar için önemli olan savaşta ölenlerin saçının rengi, teninin rengi, dilleri ve dinleriymiş… Ülkemizi işgal etmeleri, havadan, karadan, denizden üzerimize bomba yağdırmaları, okullarımızı hastanelerimizi bombalamalarının onlar için bir önemi yokmuş.

Bizler sözde medeniyetin ve insan haklarının merkezi olarak görülen bu coğrafyalara, kendimizi beğendirmeye, onlar gibi bizlerin de birer insan olduğumuzu göstermek için uğraşsak da asla onlardan olamayacağımızı, asla kendileri karşısında bir değerimizin olmayacağını da gördük. Rabbimiz bizi bu konuda uyarmıştı ancak bizler bilmiyorduk, cahildik… Rabbimiz bizi “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” diye uyarsa da bizler bunu görmüyorduk.

Geçtiğimiz gün medyaya yansıyan görüntüler bir kez daha gösterdi ki onların coğrafyalarında dahi yaşasak yine de onlar gibi olamıyoruz. Ukrayna’da sivillerin diğer ülkelere tahliyesi sırasında trenden atılan insanların tek suçu siyahi olmalarıydı. Sarı saçlı, mavi gözlülerin tahliyesi sırasında siyahi Afrikalılar trenden atıldı. Ne çocuk olmalarına ne kadın olduklarına aldırış etmeden hem de.

Ve yine bir kez daha gördük ki savaşı coğrafyamıza taşıyanlar, bombalarından kaçan insanlara kapılarını kapattılar, duvarlar ördüler, dikenli teller çektiler. Mültecileri ölüme terk ettiler. Ama ne zaman ki savaş kendilerine dokundu tüm ülkeler mültecileri kabule hazırız mesajı verdiler. Mülteci olmanın da rengi, dili ve dini varmış bunu da gördük…

Son sözü yine yüce kitabımıza, Kur’an-ı Kerim’e bırakalım; “Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin, onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından nefret taşmaktadır; kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Gerçekten size delilleri açıklamışızdır, eğer düşünüyorsanız! (Âl-i İmrân Suresi – 118. Ayet)