Türkiye`de aslında devleti ele geçirme fikri olmayan tek cemaat veya tarikat Kemalizm`dir. Çünkü bu tarikat lideri “Bu bir emrivakidir. Burada içtima edenler Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimaldir ki bazı kafalar kesilecektir.” Diyerek devlete el koymuş, bütün tarikatları cemaatleri yasaklamış, türbeleri yasaklamış, kendi şeyhinin heykellerini her meydana dikmiş, başkentin en orta yerine de kendi yatırının türbesini dikmiştir. Özellikle “tarikat” demem, benzerlikleri nedeniyledir. Zira O`nun da haşhaşi müritleri “o olmasaydı” diye başlayan cümlelerle, onun ölümsüzlüğünden, ilkelerinin değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek kadar kutsallığından bahsederek yüceltirler. Gavs-ı Azam demezler de “ulu önder” derler mesela.
Tek parti diktatörlüğünden çok partili hayata geçildiği iddiası, Türkiye`nin partiler kabristanına dönüştüğü dikkate alındığında hiçte ikna edici olmamıştır. Çok partili hayata geçilmiş gibi yapıp bütün partilere “Atatürk ilkelerine bağlı kalmayı dayatmak” gerçek anlamda tek partili hayatın değişmediğini gösterir.
Daha dün denecek kadar yakın bir tarihte “% 95 alsanız dahi sizi iktidar yapmayız” nidaları kulaklarımızdayken ülkede gerçek bir demokrasiden söz etmek hiç inandırıcı olmuyor.
İktidarın seçimler yoluyla el değiştirmesi konusundaki şüphelerin haklılığı ve yoğunluğu, iktidara doğru yürüyen partilerin vesayet kurumları veya darbeci güçlerin muhtelif müdahaleleri ile engellenmesi, ister istemez iktidarı farklı yol ve yöntemlerle ele geçirmeyi tartışılır hale getirmiştir.
Mesela yetmişli yıllarda biz kendi aramızda devleti nasıl ele geçireceğimizi tartışırdık. “Devleti ele geçirmek” derken tam ve kâmil manada iktidar olmayı kastediyorduk. Zira muktedir olmayan iktidarları fayda yerine zararlı görür ve “davul seçtiklerimizin boynunda, tokmak başkasının elinde” deyip öfkelenirdik. Devleti ele geçirmenin yollarından en meşhuru siyasi partiler yoluyla olanı idi. Bu fikrin öncüsü merhum Erbakan Hocaydı. Ancak sık sık kapatılan partileri bazı Müslümanlarda bu yolun “çıkmaz” olduğu kanaati oluşturuyordu.
Bir kesim Müslüman, taban ıslah olmadan iyilerin yönetimine layık olmadan iyi yönetici beklemek Efendimizin “nasılsanız öyle yönetilirsiniz” tespitine muhalif olur deyip önce toplumun ıslahına önem vermemiz gerektiğini söylüyorlar parti gibi tavandan değil tabandan işe başlamalı diyorlardı. İyilerin sayısı en azından toplumun yarısında fazlasına ulaşmalı ki parti kuralım ve iktidara talip olalım diyorlardı.
Bir kesim de ülkeyi aslında ne hükümet, ne asker, ne bir başkası KOÇ ve SABANCI gibi büyük sermaye sahipleri yönetiyor diyorlardı. Ülkede gerçek anlamda söz sahibi olmak istiyorsak Holdinglerimiz olmalı zengin olmalı piyasaya, ekonomiye sahip olmalıyız diyorlardı. Bu düşünce bir holdingleşme furyası doğurdu.
Bir başka kesim ise devletin ele geçirmenin yolu kurumlara sızmakla olur diyorlardı. Özellikle ordu, emniyet, milli eğitim gibi kurumlar başta olmak üzere bütün kurumlara sızmalı ve devlet içten ele geçirilmelidir diyorlardı. Bu düşünceyi savunan ve uygulayanlar FETÖ`cülerdi.
Devleti silah zoruyla ele geçirmeyi savunanlar da vardı, ancak bunlar çok marjinal grupçuklardı. Dikkate alınmayacak kadar azınlık idiler.
Bütün bu yolun yolcularının asli gayesi Allah`ın rızası idi. Herkes O`nun (CC) rızasına daha kestirmeden nasıl ulaşılacağının derdinde idi. Ancak Yol aldıkça yoldan çıkmalar sapmalar giderek arttı. Mesela Holdingler yoluyla Allah`ın rızasını kazanacağım diyenler zenginliği görünce “Harun” olduklarını unutup “Karun” oldular çoğunlukla.
FETÖ sızdığı yapının şeklini aldı, taklit etmeye çalıştıkları ile özdeşleşti hatta onlardan beter oldu. ABD`ye “bizi de kendi çocuklarınızdan sayın, destek verin biz de darbe yapalım” dediler. İcazet alıp darbeye yeltendiler. İşbirlikçi ve hain oldular. Allah`ın rızası yerine maalesef küresel emperyalizmin rızasını ikame ettiler. Başaramadılar rezil oldular.
Özellikle Ak Parti`yi kapatma davasının reddedilmesi, parti kapatmaların zorlaştırılması Siyasi yoldan iktidarı ele geçirmenin yani Erbakan ekolünün daha gerçekçi ve kolay olduğunu gösterdi. Bu değişikliklerden sonra siyasi hayatımıza HÜDA PAR adlı bir parti girdi. Bu parti “sızma” ve “Holdingleşme” hariç diğer iki yöntemi birlikte uygulamayı tercih etti. Yani hem seçimlere katılmayı hem toplumun ıslahını aynı anda yürütmeyi ilke edindi. Sızmayı istese de yapamazdı. Çünkü yapısı buna elverişli değildi. Sızmak için “cıvık, sulu” olmak, girdiği kabın şeklini almak gerekiyordu. Ancak bu yapı şeklini bozmayacak kadar katıydı. Allah (cc) yolunu açık etsin.