Başlığa bakıp da adalet terazisinin balyoz davasıyla parçalandığını ima ettiğim aklınıza gelmesin. Esasen ta başından, yani yeni rejim kurulduğundan itibaren terazinin ortadan kaldırıldığına inananlardanım. Balyoz ve Ergenekon davaları, belki bu zulüm düzeninin işleyişini aklı nakıs olanların da anlayacağı düzeye indirdiği için fayda sağlamıştır. Bu düzende gücün emrine verilen bir mekanizmaya “yargı” demişler.

İslam dini ve bozulmamış fıtrat, adaleti yüceltir. Mahkeme, insanda adil yargılanma hissi uyandırır. Yani “adalet” İlahi metinlerde kutsanmış bir kavramdır. Topkapı Sarayındaki Adalet Kulesinin kapı girişinde “Bir saatlik adalet 70 yıllık ibadetten hayırlıdır” hadis-i şerifi yazılıdır. Bu nedenle insanlarda mahkemelere, hâkimlere ve kararlarına peşin bir hürmet vardır.

Zalimler, adil olduğunu/olacağını düşündükleri mahkeme kararlarına oluşan saygıyı istismar için zulümlerini “adalet” kılıfına sokmaktadırlar. Mayası hakka değil de güce dayalı olan sistem aynen kuruluşundaki gibi ilerlemeye devam ediyor. Yine haktan uzak, yine meşruiyetini dışardan alan, yine müstemleke yargısı.   

Özellikle bağımsız olmayan ülkelerde siyasi yargılamadan maksat adaleti tesis etmekten çok sömürgecinin konforunu temin etmekten ibarettir. O yüzden siyasi yargılamaların mahkemeleri özeldir, yargılama usul ve esasları normalin dışındadır.

İşte tıpkı öncekiler gibi masumu şaki, şakiyi masum gösteren bir süreç. Bunca duruşma, şahit, delil, ses ve görüntü kayıtları sırlı bir kelimenin ardında sır olup gittiler. Bir yetkili ve etkili, sırlı bir söz söyledi “kumpas”. Sonra büyücünün düğümleri birer birer çözüldü, üçüncü göz, üstün irade kimleri serbest bırakmayı irade buyurduysa onlar serbest kaldılar. Sonra her biri yüzlerce cinayet işlemiş gibi idama mahkûm olup hükümleri kesinleşenler bir anda masum, günahsız, mağdur ve mazlum olup beraat ettiler. Güler misin, ağlar mısın?

Çuvallar dolusu delil doküman, ses ve görüntü kaydı, sahteliği iddia edilen bir tek biricik CD`ye kurban gitti. Oysa bu ülkede öyle ceza dosyaları vardı ki Çuvallar dolusu “sahte” bilgi ve belgenin arasında belki bir tek biricik sahih delil dahi olmamasına rağmen aleyhlerine kurulmuş kumpasın sonucu zindanlarda çürütülüyorlar. Bunlar kim mi? Okuyucularımız bunları çok iyi tanır. Kendi çocukları gibi desem, gibisi fazla olur.

Nemrudî düzen tıkır tıkır işliyor. Tıpkı Nemrut`un söylediği gibi “ ben de dilediğimi öldürür dilediğimi diriltirim” sözü adeta tahakkuk etmiştir. Zamanın Nemrutları da dilediklerini mahkûm, dilediklerini masum ilan edebiliyorlar. Kimse Nemrut`tan adalet bekleme lüksüne sahip değildir. Bu beklenti akideyi bozar. Bu düzen ancak Müslümanı bozar. Bu gün Firavun`un ya da Nemrut`un tahtında oturanlar için şu veciz söz hala akıllarımızdadır: “Harun gibi gelip, Karun gibi gidenler”.

Bu düzende kişinin hakkını alması için “haklı” olması değil “güçlü” olması gerekiyor. Balyoz, “Hukukun üstünlüğünü sağlayacağız, hakkı üstün tutacağız” diyerek halkı kandıranların kafasına inmiştir.

Bu balyoz darbesi de onları içinde bulundukları gaflet ve delaletten uyandıramamışsa onlardan umutlu olanlar fena halde yanılmışlardır.

Yöneticiler Hakk`a sırtını döndüklerinde, mazlumların, biçarelerin âhlarına ilgisiz kaldıklarında kendilerini Allah`ın azabı ile gazabı ile uyaranlara fiilen “hodri meydan” dercesine davrananlara son sözümüz Kitab-ı Kerim`imizde sıkça tekrarlandığı üzere biz de “Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.” (Tevbe 52) diyoruz.