Toplumların bir arada uyum içerisinde yaşamaları için bir “mutabakat metni”ne ihtiyaçları vardır. Müslümanların mutabakat metni kuşkusuz Kur'an-ı Kerim'dir. Seküler anlayışa göre bu metinlerin ortak adı  "ANAYASA"dır. Toplumun ekseriyetle anayasaya sadık olduğu varsayılır. Devletin de bütün kurumları ile buna sadık olması beklenir.

Ülkemizde kurucu meclis sıfatı oluşturulan ve içinde, “devletin dini, din-i mübin-i İslam`dır.” hükmü olan metin üzerinde belki mutabakattan söz edilebilirdi. Ancak bilindiği üzere bu mutabakat asker kökenli ittihatçıların ve komitacıların devamı olan halk fırkasının meclis içi darbesi ile ortadan kaldırılmıştır. Kuruluş felsefesi, toplumun İslami kimliğinin küfür karşısında muhafazası olan ilk anayasadan bu hükmün çıkartılması ve akabinde yapılan inkılaplarla toplum adeta bir mühendislik projesi sonucu küfür toplumuna evirilmeye çalışıldı. 

Toplum, sadece CHP'lilerin parti programından ibaret olan ve bu nedenlerle sadece CHP'lilerin üzerinde mutabık olduğu bu metinlere çeşitli yol ve yöntemlerle direndi. Özellikle siyasal yolla yürütülen direniş, zafere yaklaştığında askeri zorbalıklar ve şiddetle önleri kesildi. Mesela Milli Görüş partilerinin sürekli kapatılması bu maksatla idi.

Bugün darbeci Sisi'nin yanında yer alan demokrasi(!) havarileri geçmişte ülkemizdeki darbelerin de yanında yer aldılar, hatta yanında durmakla kalmadılar, bizzat planlayıp devreye koydular. 12 Eylül darbesi sırasında bir ABD yetkilisinin, “Bizim çocuklar başardı.” sözü hala akıllardadır. Siyasete yapılan bu müdahaleler karşısında saygıda ve hürmette kusur etmeyenler bugün ne gariptir ki bu darbecilerin yanında demokrat(!) görünüyorlar.

Aslında tarihi olaylar iyi analiz edildiğinde, bu ülkenin darbeler yoluyla İslam'dan uzaklaştırıldığını, şimdilerde ise normal yollardan aslına rücu ettiğini müşahede edilecektir. Buna itiraz eden İslam düşmanları da kendilerince önlem alıyorlar. Bugün mevcut uygulamalar, düzenlemeler, ihtiyaçları tam karşılamasa da İslamileşmeye doğru mesafe alındığı inkâr edilemez.

Yaşanan çalkantılar sadece AK Parti ve muhalifleri arasındaki siyasi bir mücadeleden ibaret değildir. Saflar giderek netleşiyor. Mücadele aslında Hilafete kastedenler, toplumu gasp ettikleri meclis vasıtasıyla gâvurlaştırmaya çalışanlarla direnenler arasında devam etmektedir.
Şimdi saflara bakalım. Kim kimin yanında ve kim kime karşı? Vahşi Batı, kimlere destek çıkıyor? Seküler güçler ile cemaat hangi bayrak ve ya sancak altında birleşiyorlar? Kumanda merkezi neresi? Bunların farkında olmak; merhum Mevdudi'nin ifadesi ile en büyük “keşif” ve buna karşı tedbir almak da en büyük “keramet” olsa gerektir.

Bu saatten sonra cemaat sözcülerinin, “Demokrasiden geri dönüş yok.” sözünü “Yeniden İslam'a dönüş yok.” şeklinde anlamak zorundayız. Demokrasinin kağıt üzerindeki anlamının aslında ütopyadan ibaret olduğunu, darbelere diktatörlüklere zorbalıklara kamuflaj amacıyla kullanıldığını anlamış bulunuyoruz. 

  Bu ifadelerimiz cemaat çevrelerince ağır bir itham gibi algılanabilir. Maksadımız kimseyi incitmek ya da itham etmek değildir. Bizim bu anlama biçimimiz konusunda Müslümanların ekseriyetinin mutabık olduğu inkâr edilemez. Cemaatin bulunduğu safları gözden geçirmesi, adeta Haçlı Seferleri`ni ihyaya çalışanlardan uzak durması gerekmez mi? Samimi kardeşlerimizin cemaati bu konuda sorgulamaları gerekmez mi? Bize asıl niyetlerinin bu olmadığını “takiyye” yaptıklarını anlatmasınlar. İslam zahire göre hükmetmemizi emreder.

AK Partili olmadığımı izaha gerek yok. Ancak yazının AK Parti`ye destek gibi anlaşılacağını biliyorum. Fakat cemaat sözcülerinin, “Bunlar eskiden laik devlet yıkılacak elbet, sloganları atarlardı.” diyerek bir yerlere selam çakması açıkçası benim de kanıma dokunuyor. Aslında Laik güçler, ABD, israil ve vahşi Batı bizi tanımaz mı? Kuşkusuz çok iyi tanırlar. Onların yaptığı bizi ispiyonlamaktan öte “Biz sizdeniz, İslamcılara karşıyız.” demekten ibarettir.