Ümmetin içinde bulunduğu zaafiyetin, sefaletin, artarda gelen felaketlerin, düşmanların adeta oyuncağı haline gelişimizin en başta gelen nedeninin TEFRİKA olduğunda İTTİFAK vardır. O halde zilletten kurtulmak, yeniden izzete kavuşmak için asıl savaşılması gereken illet, tefrikadır. Bununla mücadeleyi ümmet düzeyinde başlatan yürüten dini ve siyasi liderleri ve onların izinde gidenleri saygıyla anıyoruz.

Yaş kuru ne varsa Kur`an`da bulunduğunu, İslam`ın her derde deva olduğunu söyleriz. Ama vakıa ortada, en hastalıklı topluluklar Müslümanlar, hasta topluma şifa sunma iddiasında olanlar maalesef kendi yaralarına merhem bulamıyorlar.

İslam ve Kur`an`dan uzaklaştırıldık, hasta toplum haline geldik diyelim. Peki, İslam`ın böyle durumlara yönelik bir çözümü yok mudur? Mesela tarihe baktığımızda her kavme bir peygamber gönderilmiş, toplum ona uymuş sonra yoldan çıkıp bozulmuş, Allah u Teâlâ onlara yeniden peygamber gönderip onları doğru yola iletmiştir. Bize bir daha peygamber gönderilmeyeceği kesin olduğuna göre biz bu bataklıktan nasıl çıkacağız?

Kitabımızdan, onun her derde deva olduğundan şüphemiz yok elhamdülillah. O kitap ki, yüzyıllarca süren kabileler arası savaşları bitirmekle kalmamış bu düşmanları aynı sancak altında kardeş kılmış, dünyanın belki en ilkel, en vahşi toplumundan örnek bir toplum çıkartmıştır. O halde sorun kimde, bu gidişattan kimler sorumludur? Bildiğim bir hadis-i şerifin işareti ile ÜMERA ve ULEMA. Ümeramız maalesef kâfirlerden emir alıyor, muhtelif uluslararası sözleşmeler ile NATO vb. küfrün karargâhlarından ayrılmak mümkün görünmemektedir.

Ulema ise çok büyük ölçüde bu illetli ümeranın emrinde ya da kontrol ve denetimindedir. Öyleyse ne yapalım. Böyle durumlarda bizim sorumluluğumuz nedir?

Lise yıllarımda bir gurup arkadaşla özellikle İhvan`ın temel eserlerinden istifade ile cemaat olmanın önemine vurgu yaparak kendi çapımızda bir cemaatimizi oluşturmuştuk. Fert-Cemaat-Hicret- Devlet formülüyle cemaatleşme aşamasında olduğumuzu düşünüyorduk. Teorik ve pratik çalışmalarımızı sürdürürken bir an geldi kazandığımız üniversiteler nedeniyle dağılmak zorunda kaldık. O zaman kendi aramızda şimdi ne olacak diye müzakere ettik ve şu karara vardık: “Her birimiz gittiğimiz şehirde İslam yolunda ilerleyen bir lokomotif varsa derhal ona vagon olacağız yoksa yaşımıza ilmimize bakmaksızın her birimiz bir lokomotif olacağız. Birkaç vagonluk bir tren olsak da bizden hızlı bir lokomotif bulursak derhal topluca ona vagon olacağız.”

Şimdi görüyorum ki bu yolda çok sayıda lokomotif var ve çoğu zaman birbirlerinin yolunu tıkıyorlar. Oysa bunlar bizim o zamanki çocuk aklımızla tespit ettiğimiz üzere yavaş olan kendinden hızlı olana vagon olsa çok daha hızlı çok güçlü bir katara dönüşeceğiz. Gücümüzün birleşmesi Üstad`ın işaret ettiği üzere yan yana birlere dönüşecektir.

İşe içinde bulunduğum cemaatten başlayarak konuyu tartışmak istedim. Üst düzey arkadaşlarımla bunu tartıştık. “Neden diğer İslami cemaatlerle birleşmiyoruz?” dedim. “Her cemaat benim şemsiyemin altına gelin diyor” dediler. “Biz de gidelim” dedim.

“Gidiyoruz almıyorlar” dediler. “Hangi gerekçeyle almıyorlar?” dedim. “Şemsiyemiz, sizin kalabalığı altına alacak genişlikte değil diyorlar” dediler. “Siz şemsiyenizin altına davet edin” dediğimde, aranızda kayboluruz diye gelmiyorlar” dediler. Bu konuşmalar bana bir büyüğümüzün şu sözünü hatırlattı: “Ulemaya önümüze düşün, peşinizden gelelim, diyoruz cesaret göstermiyorlar, peşimizden gelin diyoruz, gurur yapıyorlar.”

Kimsenin kimseye şefaatinin olmadığı günde herkes ferdi olarak hesaba çekilecektir. Herkes hesabını iyi yapsın, gerek nefsinde gerek içinde bulunduğu cemaatte taassup, enaniyet, kibir vb. ittifaka mani hastalıkları tespit eden tez elden tedavi olsun, kendini daha sağlıklı ve güvenli bir sahile atsın. Yeniden dünyaya dönme şansımızın olmadığını hatırlatmama gerek yok. Bu gibi hassas konularda duygusallığa yer yok. Bu işler hatıra gönle gelmez. Tüm çabamızla sırat-ı müstakimi tespitle ve o yolda yürümekle mükellefiz.