Suudi Amerika`da aslen Urfalı, ancak babası şapka devriminde Suriye`ye hicret etmiş kendisi de genç yaşlarda Mekke`ye yerleşmiş olan Muhammed`le aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:

 “Muhammed, biz Türkiye`de okullarda çocuklarımıza demokrasinin çok iyi bir yönetim biçimi olduğunu, demokrasinin faziletlerini anlatırız. Krallığın, padişahlığın da kötülüklerini anlatırız. Krallığın kötülüğüne de Suudi`yi örnek veririz. Siz çocuklarınıza ne anlatırsınız” dedim.

O da “Biz çocuklarımıza krallığın faziletlerini, krallığın en iyi yönetim biçimi olduğunu anlatırız, demokrasinin de çok kötü bir yönetim şekli olduğunu anlatırız. Örnek olarak da Türkiye`deki demokrasiyi anlatırız.  Türkiye`de demokrasiye geçildiğinden beri huzurun olmadığını, kurtarılmış bölgelerin olduğunu, ülkenin her yerine her zaman seyahat edilemediğini anlatırız” dedi.

Bu konuyu daha önce de bir yazımda dile getirmiştim. Şimdi çocuğu dağa kaldırılan annelerin feryadı karşısında aynı olayı hatırladım. Şimdi Suudlu çocuklara şu örnek de verilecektir: “Demokrasilerde öğrenciler pikniğe götürülür gibi yapılıp dağlara kaçırılıyor. Annelerin feryat ve figanlarına karşı kimse sesini çıkaramıyor”. Biz gizlemeye çalışsak da elin adamı demokrasinin bir nevi “çok krallı” rejim olduğunu biliyor. Krallık rejiminde bir kral ve onun baskısı vardır. Kralı kızdırmadığın sürece güvendesin.

Demokrasi de kral çok olduğundan bir kralın ayağına basmayayım derken bir başka kralın parmağına basmak zorunda kalıyorsunuz. Bu da demokrasinin fıtratı gereğidir. Dikkat edilirse çocuğu kaçırılan ailelerin dramına en çok da kadın hakları çığırtkanlığı yapan örgütler sağır ve dilsiz kaldılar. Bunların korkularının “kandil krallığı”ndan olduğunu biliyoruz. Kandil krallığı korkusu olmasaydı BDP,  çocuk kaçırmaların hem barışa hem de demokrasiye açık bir saldırı olduğundan bahisle saldırıların kendilerine yapılmış gibi ortalığı ayağa kaldırırdı. Ancak biz biliyoruz ki Kandil irade buyurursa Diya-der uleması, Molla İ. Eliaçık çocukların dağa kaldırılmasının cevazına da fetva vereceklerdir. Kandilin İslamcı hatunu da muhtemelen “siz önce Okmeydanı`nda öldürülenlerin hesabını verin” deyip geçiştirecektir.

İslami STK`lara gelince onlar da III. Abdülhamit Hazretlerinin ağzına bakıyorlar. Halife (Padişah demeyelim ağırlarına gider) izin verirse onlar da protesto için üzerine düşeni yapmak için hazırlanıyorlar. Nitekim izin verilmiştir, bundan sonra konuyu ayrıntılı olarak ele alabilirler.

Hocanın biri “otoriteden izinsiz hareket edilmez” dediğinde asabı bozulanların farklı otoritelerden izinsiz hareket etmediklerini hatırlattığımız için kızacaklarının farkındayız. Olsun, kim kızarsa kızsın. Hiçbir otoriteden izin almak zorunda olmamanın da bir bedeli olacaktır.

Demokrasinin fıtratına dair şöyle bir şey hatırlıyorum. “Demokrasi, egemenliğin paylaşıldığı rejimlerdir.” Bu cümleyi yeni yeni anlamaya başlıyorum. Eskiden demokrasi vardı barış yoktu. Şimdi hem demokrasi hem de barış var. Çünkü ışın sırrı çözüldü, egemenlik paylaşıldı. Şimdi asker kışlasında, teröristler olması gereken yerlerde, bazen dağda bazen köyde bazen şehirde yani istediği her yerde. Asker kışlasından çıkmadığı sürece barışın zarar görmesi mümkün değil. Demokrasinin fıtratı gereği her demokrat devletin mutlaka bir terör örgütü olmalı değil mi!? Demokrasinin beşiği İngiltere`nin bile var (dı).

Evet, açıkça en beğenmediğiniz krallığın mevcut demokrasinizden iyi olduğunu söylüyorum. Hiçbir krallıkta yol kesme, yola kanal açma, adam kaçırma, şantiye yakma, çocuk gaspı yoktur. Ama krallıkların demokrasilerden iyi olsa da “iğrenç” yönetim biçimleri olduğunun farkındayım. Asıl savunduğumuz yönetim şeklinin ne olduğunu okuyucumuz bilir. Bütün kainat gibi insanlığın da Halıkı`nın (CC) yönetimine tabii olmasını savunuyoruz. Fırlatılan anaysa kitapçıkları yerine öpüp başa konulan kitaba tabi olunmazsa olacağı budur.