Bu ülkede yaşayan hemen herkes elhamdülillah Müslümanım der. Kimsenin buna itirazı olmaz. Buna mukabil hemen her önüne geleni tekfir edenler de vardır.

Kendisini Müslüman olarak tarif edenlerle sorunumuz olamaz. Ancak bu Müslümanların bir kısmının içkiyle sorunu yoksa faizle sorunu yoksa kumarla sorunu yoksa zinayla sorunu yoksa Şeytanla da sorunları yok demektir. Bunların şeytanla dost olduklarından kuşku var mıdır? Şeytanın kendi izinden çıkmayanlarla neden sorunu olsun ki?

Ancak şeytanın kendilerine apaçık düşman olduğu Müslümanlar da var. “Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selamete girin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” (Bakara: 208)” Şeytanın planlarına uymayan içki, kumar, faiz ve fuhuşla sorunu olanların şeytanla da sorunu var demektir. Şeytan bir kısım Müslümanla(!) dost iken bir kısmına apaçık düşmanlık etmektedir. Şeytan bize düşman ise biz de ona düşmanlık edeceğiz. Şeytan bizi tuzaklarına düşürmeye çalışırken biz onun tuzaklarını başına geçirmeyi planlıyor, onu lanetliyor ve ona karşı Rabbimize sığınıyoruz. 

Bize toplumla barış içerisinde olun, diyenlere diyoruz ki bizim de asıl hedefimiz, topyekûn barışa girmektir. Barış için ileri sürdüğümüz tek şart ise şeytanın izini bırakmaktan ibarettir. Şeytanla dostluğuna halel gelmesini istemeyenlerle nasıl dost olabiliriz. Biz barış şartı olarak onlara şeytanla dostluğunuza son verin derken, onlar da bizi şeytanla dostluğa davet ediyorlar.

Hem İslam`ın bir kısım şartlarını yerine getiren hem de Büyük Şeytanla ittifak kuranlarla nasıl barış içerisine gireceğiz. Biz topyekûn Allah`ın ipine sarılalım derken “Büyük Şeytana itaat etmezseniz sizin yüzünüzden bizim de başımız belaya girer” diyerek bize düşmanlıktan hatta saldırmaktan vazgeçmeyenlerle nasıl barışalım. Allah`ın ipinden başka topyekûn sarılacağımız bir kulp bilmediğimiz için kendileri ile biraya gelemediğimiz Müslümanlar bizi mazur görsünler. Onlar kendilerince yeni birliktelikler oluşturabilirler, AB vatandaşlığı, muhafazakârlık, demokratlık gibi birlikler bize göre değil. Açık ve net olarak şeytanın üye olduğu olabileceği hiç ortaklıkta bulunamayız. Bundan dolayı her ithamı, zorluğu sıkıntıyı göğüslemeye hazırız.

İlk ırkçılık yapan ve kendini topraktan yaratılmış olan Hz. Âdem`den üstün gören gerçek bölücübaşının tuzağına karşı uyanığız. Kavmiyetçilik yapanların kavmimizi aşağılamasına karşılık kavmiyetçilik yaparak bölücü başının tuzağına düşmeyeceğiz. Aslında dünyanın her neresinde olursa olsun ve hangi ırktan olursa olsun ırkçılık yapanların şeytanın planları doğrultusunda hareket ettikleri tartışılamaz. Muhakkak ırkçılar kardeştirler. Bize karşı ittifaklar kurabilirler. Mezhepçilik yapanlar da bunların yan kuruluşlarıdırlar. Adaleti, merhameti, şefkati, sehaveti ve bilcümle erdemliliği asabiyetine kurban edenlerle birlikte olmadık olamayız. Bu nedenle bize  “neden ayrılıyoruz, bölünüyoruz” diyenlere “biz hiçbir arada olmadık ki?” diyoruz.

Şimdiler de coğrafyamızda revaçta olan şöyle bir anlayış mevcuttur. Talhatun Nemri`ye ait bu düşünce bize ilginç ve aynı zamanda iğrenç gelmektedir.

“Müseylemetul kezzab bir gün taraftarlarıyla otururken daha önce Müslüman olan ve Peygamberimiz s.a.v iyi tanıyan birisi de vardır: Talhatun Nemri.

Müseyleme ona döner ve sorar: “Doğru söyle Muhammed`in durumu ve benim durumum nedir?”

Allaha yemin ederim ki Muhammed Allah`ın Rasulüdür O`na Allah vayh göndermekte, O bütün bunlarda sadıktır. Yine Allah`a yemin ederim ki sen yalancısın Allah sana vahy göndermemektedir. Fakat olsun sen bizim kabiledensin bizim kabilenin yalancı peygamberi benim için Mudaroğullarının sahih peygamberinden daha sevimlidir.”