Cemaat ve iktidar partisinin mücadelesinde dikkatten kaçırılmaya çalışılan noktalar önemlidir. İki tarafın İslam`a uygun ve İslam`a muhalif yönlerinin olduğunu kabul etmek zorundayız. Taraflar “haksız yönlerini” kabul etmek yerine haklı taraflarını öne çıkararak mağduriyet rollerine giriyorlar.

Cemaatin çıkış yıllarını hatırlayalım. Hocaefendi`nin İzmir Bornova`daki vaazlarında temel hedefin “altın nesil” olduğunu biliyoruz. Altın nesilden kastın sahabeyi model alan, en küçük günahtan bile şiddetle kaçan, samimi dindar, alabildiğine ahlaklı ve muttaki bir gençlik olduğunu biliyoruz. Bu gençlerin aynı zamanda iyi kariyer sahibi olarak önemli kilit noktalarına gelmeleri öncelikli olmasa da önemliydi. Asıl hedefe gitmek için iyi üniversitelere girerek dünya çapında başarılı öğrencileri model haline getirip gençliğin dikkatinin buraya çekilmesi amaçlandı. Buraya kadar yapılanlara ve varılmak istenen hedeflere kimsenin itirazı olamazdı. Bütün bu yapılanlar İslami olduğundan küresel küfrün takibi ve baskısı altındaydı. O dönemlerde Hocaefendi`nin resimlerinin duvarlara asılarak “aranıyor” yazılarıyla arandığını hatırlayalım.

Cemaat süreç içerisinde gerek küresel emperyalizmin gerekse içerisindeki güç odaklarının baskılarına karşı çıkış yolu aramaya başladı. Ülke içerisinde güç ve otorite sahibi görünenlerin aslında sanal güç sahibi oldukları, asıl güçlerini siyonizm`den, israil ve ABD`den aldıkları tespit edildi. Bu tespitten sonra hedeflerine ulaşmak için bunlarla iyi geçinmek zorunda olduklarını anladılar. Bundan sonra mücadelede “takiyye” yolu benimsenecek ABD ve israil`e kalben buğzedilse de, dışardan dost görünmenin bir mahzuru görülmedi. Fazla detaya girmeden esasa gelirsek bulunan çözüm küçük şeytanın şerrinden büyük şeytana sığınmak gibi bir şeydi. Büyük şeytan İslami bir hareketi fena şekilde tuzağına düşürmüştü. Alim ve güçlü bir vaiz ile etrafında çok sayıda fedakar gencin siyonizm ile ittifakı, ABD için çok önemli idi. Bu müttefik ile kendisine düşman İslamî hareketlere karşı iyi iş çıkartılabilirdi.

AK Parti, bilindiği üzere Milli Görüş kökenli olanların kurduğu bir partidir. Bunlar Milli Görüş çizgisinin tavizsiz olması, Milli Görüşe karşı oluşan küresel ve yerel güçlerin ittifakı karşısında tıkandıklarını düşünüyorlardı. Halkın teveccühüne rağmen çizgiden taviz verilmedikçe netice alınamıyordu. Açılan partiler alınan oylarına rağmen ya askeri ya da yargı darbeleri ile bir bir kapatılıyorlardı. AK Parti`de Cemaat gibi “takiyye” silahına sarılarak ittifak arayışlarına girdi. “Milli Görüş gömleğini çıkarttık” beyan ve taahhüdü ile önce yanlarına Batı`nın içerideki işbirlikçileri olan liberalleri almayı başardılar. Liberaller, ılımlı solcular, gayrımeşru sermaye sahipleri, holdingler ve söz konusu cemaatı bu şekilde yanlarına alınca tabii olarak Batı`nın da desteğini aldılar. Kazan kazan felsefesiyle tiberaller de İslamcılar eliyle Müslümanları ılımlılaştırmayı, liberalleştirmeyi ve Batılılaştırmayı amaçlıyorlardı. Mücahitlerin müteahhitleşmesi çok önemli idi. Bu kadar geniş destekle gerçekten halkın yoğun teveccühüne mazhar olan AK Parti hayal edilemeyecek yatırımlara imza atmayı başardı.

Söz konusu cemaat büyüdükçe, güçlendikçe büyüyen kazancını kaybetmemek adına kirli güçlerle ittifakını derinleştirirken, AK Parti tersine güçlendikçe kirli ittifaklarını zayıflatıyor, giderek muktedirleşiyor ve bağımsızlık girişimlerinde bulunuyordu. Süreç giderek AK Parti müttefiklerinin onu terk etmesine ve akabinde de karşısına geçmesine neden olmaktaydı. Bu cemaat müttefiklerine olan sadakatini göstermek adına iktidara saldırırken etrafındaki gayrimeşru sermaye sahiplerini hedefe koyduğunu, Başbakanın İslamî çalışmalarına karşı olmadıkları imasında bulunurken,  AK Parti ise hedefin yolsuzluk değil İslamî çalışmalar ve özel olarak da bağımsızlığa yönelik olduğu iddiasındaydı. AK Parti cemaatin “altın nesil” projesinden giderek uzaklaştığı tam tersine düşmanlarımızın içerideki Truva atına dönüştüğünü yeni fark ettiğini ima etmekteyken, Cemaat ise saldırıların “altın nesli” yok etmeye yönelik olduğunu ileri sürerek taraftarlarını ajite etme gayretindedir.

İlk çıkışları İslami, hedefleri temiz görünse de kirli ittifaklar, insanımızı hedefe ulaştırmadığı gibi, onları da kirletmiştir. Tarafların giderek güven kaybına uğradıkları, Müslümanlara olan güven kaybının da kâfirler için kazanç olduğu tartışmasızdır.

Başarı ve kazanç kriterlerimiz tahrif edilmiştir. 150-200 milyar dolarlık sermayeye hükmetmek ve polis ve yargıda kadrolaşmanın başarı olduğu bizce tartışmalıdır. 350 küsur milletvekili ve ya %50 den fazla halk desteğine sahip olmanın başarı olduğu hangi kaynağımızda yazılıdır? Siz Şehit edilen Hasan El Bennan`ın, Seyyid Kutub`un, Şeyh Said`in, Bediüzzamanın (rahmetullahi aleyhim) Hocaefendi ve Recep Tayyip Erdoğan`dan başarısız olduğunu mu sanıyorsunuz. Öyle sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.