Seçim fıkhına dair klasik fıkıh kitaplarında bir şey bulamadım. Bu kitapların güncellenmesi kimsenin aklından dahi geçmiyor. Mesela bazı ders halkalarında halen fıkıh konusu olarak “kölelerin fıtır sadakasının” nasıl olacağına dair dersler okunuyor. Kâfirlerin Müslümanları nasıl köleleştireceğinin planlarıyla meşgul olduğu bir zamanda neden halen dünyada fiilen kalkmış olan köleliğin fıkhının okutulduğunu anlamak mümkün değildir.

Sık sık seçimlerin yapıldığı bir coğrafyada âlimlerin seçim fıkhı hakkında bir sözleri olmaz mı? Varsa da çok bilinen bir konu değildir.  Bir yandan “İslam`da yaş kuru her şey vardır, İslam`ın çözmediği veya cevap vermediği bir mesele yoktur” diyeceğiz, bir yandan da en hayati bir mesele olan seçimler hakkında İslam`ın asgari ölçülerinden habersiz olacağız. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. “Mükateb” köle ile “ticari kölenin” dört mezhebe göre durumlarını öğrenmeye çalışırken seçimlerin helallerinden, haramlarından, mekruhlarından habersiz olacağız.

Bu konu hakkında yaptığım araştırmalardan çıkardığım sonuçları başta değerli âlimlerimizin eleştirilerine olmak üzere okuruma arz etmek isterim. Evvela seçimin bir atama ya da görevlendirme olduğunu düşünüyorum. Yani seçmen bir göreve gelecek kişiyi belirleyen ya da o göreve atama yapanlar, adaylar ise o görevlere talip olanlardır.Asıl şer`i sorumluluğun atamayı yapan seçmenin boynunda olduğu, işi ehline vermek zorunda olan seçmenin bu konuda ciddi bir çaba sarf etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ehil olamayana oy vermek yoluyla görev veren seçmen sorumludur. Atanan kişinin görev sırasındaki yolsuzluk, haksızlık vb. fiillerine seçmen de ortak olur. Ehil olanın hayırlı ve faydalı fiillerinin sevabından pay alması gibi.

Ehil olmayanın adaylığa başvurması caiz değildir. Göreve talip olan işin ehli olmadığını bilerek herhangi bir saikla göreve talip olursa yani aday olursa günah işlemiş olur. Bu talebi olumlu karşılayan yani ona oy verenler de onunla birlikte günahkâr olurlar. Aslolan görevin istenmesi değil verilmesidir. Görevin istenmesi mekruhtur, ya da kerahetle caizdir. Bunun İstisnası Yusuf (AS)`ın melikten hazinedarlık görevi istemesidir. İşin ehlinin bulunmaması ya da adayların ehil olmadığını bilen ve kendisi ehil olan kişinin göreve talip olması kerih olmadığı gibi vacip olur. Bu şartlarda ehil olanın göreve talip olmaması onu da günahkâr eder. Yani ehil olanın olmadığı durumda “ehil” olan Yusuf (AS) gibi bizzat göreve talip olması yani adaylık talebinde bulunması gerekir.

Bu hükümler gerçek kişiler için geçerli olduğu gibi tüzel kişiler (hükmi şahsiyetler) için de geçerlidir. Atama ile görevli olan seçmen kendi arasında örgütlenerek işi ehline vermek için çalışabilirler. Ehil olanları bulmak onları göreve davet etmek örgütlü olunduğunda daha kolay olur. Bu şekilde bir örgütlenme olduğunda yani İslami hassasiyete sahip olanların seçimlerde işi ehline verebilmek için partileşmesi Müslüman seçmenin işini kolaylaştırır. Böyle bir partiye giren ciddi manada bu sorumluluktan kurtulur. Çünkü parti ona vekâleten bu işlemleri yapar.

Bir parti bilerek işi hem ehline hem de ehil olmayanlara veriyorsa ne olacak? Bir kısım iyilerin göreve gelmesi için kötülere de görev verilmesi mazeret olarak kabul edilebilir mi? Bu gibi karmaşık durumların izahı o kadar kolay değildir. Ama her hâlükârda doğru olan, ehil olmayanın göreve getirilmemesidir. İyiler ve kötüleri aynı anda herhangi bir gerekçe ile göreve getirmek kesin haram olmasa dahi şüpheden uzak değildir. Şüpheden kaçınmak kuşkusuz bilerek ehil olmayana görev vermemektir. Sanırım şer cephesine koyamayacağımız partiler arasındaki temel farklardan birisi de bu konudadır. Birileri asla kötüye ve kötülüğe taviz vermeye yanaşmaz iken diğerleri bilerek isteyerek ancak kuşkusuz iyi niyetle ve bizce tartışmalı olsa da kendilerince makul gerekçelerle az veya çok kötülere de yer verebilmektedir. Bu konu içtihadi bir mesele de olsa takvanın şüpheden kaçınmak şeklinde olacağı tartışılmamalıdır.

Demokrasilerde iyilerin ve iyiliğin iktidar olmasının zorluklarının fakındayım. “Ve in tutı` eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâh(sebîlillâhi)” Ve yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah`ın yolundan saptırırlar. Çoğunluğun hakkın yanında yer almayacağı kanaatindeyim. Bu yüzden iyilerin normal demokratik yollardan iktidara gelebileceklerini sanmıyorum. O zaman bu yola girilmemeli mi derseniz, girmeli derim. Burada bir çelişki var gibi görünse de bence yok. Birilerine uçuk bir fikir gibi gelse de Allah(cc) dilerse az olanları da galip ve iktidar sahibi kılabilir. Mesela savaş için 5000 melek gönderiliyorsa seçim için daha fazlası neden gönderilmesin? Aslında bir tanesi de yeter ama, Yeter ki mücadele Allah(cc) için olsun. Allah(cc)Kendi yardımcılarının yardımcısıdır.Yardımı O`ndan beklemek, kitlesel oy sahibi kötülerden beklemekten daha iyi değil mi?