Dünyanın artık büyük bir köy haline geldiği hep söylenir. Halkımızın yakından bildiği köylerden örnekleme ile bir konuyu izaha çalışmak istiyorum. Köylerde genellikle güçlü bir ağa olur. Ağa köylüye her çeşit zulmü yapmaktan çekinmez. Garibanların mallarına, canlarına, ırzlarına tasallutu adeta kendisine hak olarak görür. Bu zulümden memnun olan köylü olduğunu düşünmek mümkün değildir. Aslında zulme maruz kalan bütün köylüler ağaya karşıdırlar.

Ağaya karşı köylü ittifakla hareket edebilse az bir bedel ile ağanın kısa zamanda zulmüne mani olunabilir. Ancak bedel ödemeyi ağır bulduğu halde zilleti ağır görmeyen köylüler ile zilleti çok ağır bulup bedel ödemekten kaçınmayan köylülerin ittifakı mümkün olmaz. İşte bu farklı yaklaşım sonucu köylüler karşı karşıya gelirler. Bedel ödemeyi göze alarak zillete boyun eğmeyenler ile zillete rağmen bedel ödemeye yanaşmayanlar. Ağa bunun farkına vardığı için bedel ödemek istemeyenlerin bu zaafından azami derecede yararlanmaya çalışır. Onları diğerlerine karşı taşeron olarak kullanmaktan çekinmez. Öyle ki bu taşeron, izzetine düşkün köylülere karşı ağadan daha acımasız yaklaşımlar sergileyebilir.

Taşeronun “köylü” olduğu, diğer köylülerin akrabası olduğu, kendisinin de zulme maruz kaldığı herkesin kabulüdür.  Kendisi bu tutumunun taşeronluk olduğunu da kabul etmez. Kendilerince makul bir mazeretleri vardır. Ağanın zulmünü hafifletmek, daha fazla şiddete başvurmaması için onunla iyi geçinmek gerektiğini, ağayla baş etmenin mümkün olmadığını daha fazla direnmenin sadece ağayı kızdırmaya, azdırmaya ve zulmünün şiddetini arttırmaya neden olacağını savunurlar.

Bunlar ağanın zulmünü tabii ve makul görürken, zillete boyun eğmeyenleri köyün huzuruna dinamit koymakla köy halkını riske sokmakla itham ederler. Sanki köyde huzur varmış da izzet sahipleri bunu bozuyorlar. Bu öylesine bir körlüğe neden olur ki, mazlumlar ağadan daha zalimmiş gibi bir muameleye maruz bırakılırlar. Sanki ağa aslında hiç zalim değil de sırf bu izzet sahiplerinin onurlu duruşları nedeniyle zulmetmek zorunda kalıyormuş gibi bir hava oluşturuyorlar. Zalim ağa, sırf bu izzet sahiplerini durdurma adına kendisine itaatte kusur etmeyen bu taşeronlara nispi bir rahatlama da sağlar. Aslında bu sırf diğerlerinin varlığından kaynaklı bir ödündür. Azizlerin işi bitirilirse taşeronlara da sıra geleceği herkesin malumudur. Çünkü bunun tarihten çok sayıda örneği vardır.

Bu tarafların hangisini haklı hangisinin haksız olduğu tartışılabilir.  Kişinin yaklaşımına deneyimlerine izzetine düşkünlüğüne göre taraflardan birine hak verebilir. Ancak mesele İslam aleminde devletler arasında ya da Müslüman bir toplumda cemaatler arasında tartışılınca haklılığın kesin olarak belirlenmesi gerekir. Zira Hakkın ölçüsü bellidir. “Korku” bu olayda ne kadar mazeret olarak kabul edilebilir? Zalimlere direnemeyenler, boyun eğmek konusunda mazur olsalar dahi başkasına da boyun eğdirmeye çalışmalarının haklı bir gerekçesi olabilir mi? ABD ve israil`in kendilerini dünyanın sahibi, ağası gördüklerinde, dünyaya nizam vermeye çalıştıklarında, düzenlerine itiraz edenlere, özellikle Müslümanlara hayatı zindan etmeye çalıştıklarında tereddüt yoktur. Bunların zalim ve gaddar oldukları hususunda azami mutabakat olmasına rağmen özellikle Müslümanlar arasında bunlara karşı çıkmada asgari mutabakatın sağlanamamasına “Korku” haklı gerekçe olabilir mi? Bu gerekçe şer`an caiz midir?

Bu konunun alimlerimiz tarafından açıklığa kavuşturulması zarureti ve aciliyeti vardır.