İnsan, başıboş bırakıldığında, İlahi mesajdan mahrum kaldığında yolunu bulacak bir mahlûk değildir. İnsan aklı, tek başına insanı cennete götürmeye elverişli değildir. Akıl, sadece gönderilen mesajı daha iyi anlamakta ve rehberleri takipte önemli roller icra eder.

Bulunduğumuz imtihan dünyası, etrafı su değil de magma ve patlayan volkanlardan oluşan bir ada gibidir. Bu adadan çıkışın, sahili selamete ulaşmanın bir tek yolu vardır. Bu yolu sadece adanın sahibi bilmektedir. Çıkış yoluna yönelmeleri için bütün adadakilere rehberler göndermiştir. İmtihanın sırrı gereği çok akıllı(!) bir mahlûka da insanların yolunu kesme, onları yoldan çıkarma, kendisi ile birlikte magmaya düşürme yetkisi vermiştir. Bu mahlûk öyle akıllı ki aklıyla kendisinin üstün olduğunu anlamış.(!)

Biz, ada hükmünde olan ve yaşadıkça sahile yani magmaya doğru yaklaşmakta olduğumuz dünyada yegâne çıkış yolunun İslam olduğunu, ancak bu dinin peygamberlerinin rehberliğinde sahili selamete ulaşılabileceğini söylüyoruz. Bize cennetin adresini veren ayrıca şaşırmamamız için rehber gönderen rabbimize hamd olsun. Yolun zorlu engellerinin olması rehberi takip etmeyi zorlaştırdığı gibi aklını rehber edinen en akıllılarının lanetlendiği saptırıcılar da işin cabası.

Şimdi, ey akıllılar! Rehberi takip edenlere veyl ediyorlar. “Yazıklar olsun size, Ne diye sizin gibi birinin peşinden gidersiniz. Siz, sürü müsünüz? Aklınız yok mu? Adres açık olduğu halde neden yolunuzu bulamazsınız”  diyorlar. Bu akıllıların hepsi kötü niyetli olmasa da çoğu baştan itibaren sadece akılla yol bulunabileceğini iddia etmekle rehberin gönderilmesini abes olarak nitelemişlerdir. Bu akıllılar şöyle bir itirazda bulunabilirler: “Rehber bizden çok uzakta, kendisini göremiyoruz. Rehberin gittiği yolu gösteren rehberlerde sorun var. Birinin rehberimiz buradan geçti dediğine diğeri hayır bu taraftan geçti diyor. Biz bu şartlarda hangisinin peşinden gideceğimize karar veremiyoruz. İyisi mi rehberden de rehberin rehberlerinden de vaz geçelim. Aklımız bize yeter. Ya rehber diye peşine düştüğümüz kişi bir saptırıcı ise ne olacak?” İşte tam da aklın ve adresin yazılı olduğu kitabın devreye girdiği yer burasıdır. Akıl bunu denetleyecek. Mesela kitaba baktığımızda adrese giden yolda çeşitli badirelerin olduğu, yokuşların ve derin uçurumların olduğu keskin virajların olduğu belirtilmesine rağmen rehber olduğunu iddia eden biri size dümdüz bir otobandan gidileceğini gösteriyorsa buna itiraz edilmelidir. 

Zihinleri idlâl ile memur olanlar bu gibi durumlarda şöyle derler: “Bu ne biçim rehberlik, her bir rehber bir yola çağırıyor, biz de hangi yoldan gideceğimizi şaşırıyoruz. En iyisi bırakın rehberleri, herkes kendi yolunu bulsun, bildiği yoldan gitsin. Aklın rehberliği buna yeter.” Bu yolunu kaybetmişlerin bir de başkasına yol göstermek adına yollarını kaybettirme çabaları hafife alınmamalıdır.  Peygamberin izinden gittiğini söyleyen birisi yoldaki en önemli engellerden olan servet engeline takılmış ilerleyemiyor ya da başka çıkış yolları arıyor da açıkça başka yola sapıyorsa bunu öne sürüp bu yol doğru yol değil demek, tam bir saptırmadır. Mal, mülk, servet, evlat ve makam gibi engelleri aşamadıkları için yoldan çıkanları gerekçe gösterip yolun kendisini kuşkulu hale getirmek insafsızlıktır.

Kitabımız “Ya eyyühellezine amenu aminu”  buyuruyor. Mümin olduğunu söyledikleri halde iman edemeyenlerin kötü işleri diğer kâfir ve ateistlerin onlara nispeten iyi işleri kıyaslanarak ateistlerin müminlerden daha iyi olabilecekleri iması ile saf zihinleri idlâl çabaları giderek tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Bu durum tipik bir itminan eksikliğidir. İmana nifakın bulaşması halidir. Bu idlâl eylemlerinin failleri, aslında kalplerinde hastalık olduğunun farkında değiller. Toplumda her hal ve hareketleri ile Müslümanlarla beraberler. İslami camiada olmalarına rağmen hastalıklarının ya farkında değiller ya tedaviye çalıştıkları halde tedavi edemiyorlar.  Bunların tedavisi için müminlerin elinden geleni yapması gerekir. Aksi takdirde bu hastalık toplumda yayılmaya devam eder. Allah korusun.