Mısırdaki darbenin ümmetin vahdetine vesile olmasını bekliyoruz. Ümmetin en hassas meselesi olan Kudüs`ün işgalden kurtarılması bu menfur darbe ile doğrudan ilgilidir. Darbe ile adeta kuşatma pekişmiş oldu. Bu darbe bize batı için, konu “İslami devlet” talebi olunca gerisinin teferruat olduğunu göstermiştir. Moda bir tabir haline gelen “Müslümanlığa evet, İslamcılığa hayır” sloganı aslında yerel değil evrensel bir kaide haline gelmiştir. İslami devlete talip olmayı “Siyasal İslam” olarak niteleyenler buna düşmanlığı evrensel hale getirebilmişlerdir.


Müslümanlar Liberal, Marksist, Sosyalist, Laik, Demokrat seküler devletler kurabilir, bu devletlerde hükümet olabilirler; ancak asla İslam`a mahsus olan “İslami devlet” inşa edemezler. Hükümet oldukları devletleri “İslami devlete” dönüştüremezler. Başta halkı Müslüman olan ülkeler olmak üzere bütün dünyada Siyasal İslam`ı savunmak suçtur. Buna ülkemiz de dâhildir. İslami devlete giden her yol tıkalı, isterse demokratik yol olsun. Siyasal İslamla mücadele için de her yol mubah isterse darbe yoluyla olsun.


Müslümanların İslami bir yönetime talip olmaları, İslam`ı devlete egemen kılmaları zarureti diniyedendir. Zira bir kısım farzların ikamesi için İslami devlet ve Ulul emr`in varlığı farzdır. Bu zaruretin bilincinde olan Müslümanların gayret ve çırpınışları on yıllardır darbelerle yargılı ve yargısız infazlarla bastırılmaktadır. Müslümanlar, çıkış yolu ararken her engelle karşılaştıklarından önemli kayıplar, geri dönüşler yaşamaktadırlar.


Karşılaşılan engeller genellikle a) İslam`dan kaynaklı olanlar, b) İç dinamiklerden kaynaklı olanlar ve c) Dış dinamiklerden kaynaklı olanlardır. Bu engeller aynı zamanda birbirleri ile de çelişkilidirler. Mesela Dış dinamikleri aşmak için İsrail ve ABD ile uyum içinde olmak, onların rızasını uygun bir politika izlemek yeterli olabilir. Ancak bu durum İslami engellere takılmaktadır. Ya da İslam`a harfiyyen uygun bir uygulama İslam`dan bir hayli uzaklaşmış bu toplumda, beklenmedik bir tepki ile karşılaşabilir. Amaç hedefe ulaşmak olduğuna göre bu engellerin tamamının aşılması kaçınılmazdır. Bu engellerden sadece birini ya da ikisini gözetmek veya en birini göz ardı ederek hedefe ulaşmak mümkün olmadığı gibi, bilakis hedeften uzaklaşmaya da neden olmaktadır.


Hedefe doğru ilerlerken İslam`ın ana ilkelerinden taviz vermeden ancak olabildiğince kolaylaştırarak zorlaştırmadan müjdeleyerek ruhsatların sınırlarını zorlayarak geniş bir hareket alanı açılabilir. Toplumsal ifsat ile mücadelede sabırla ve teenni ile hareket ederek iç dinamiklerin baskısı hafifletilebilir. Toplumun ıslahına öncelikle her biri bir hastalık taşıyıcısı haline gelmiş kişiler ve bunların ürediği bataklıkların kurutulmasından başlanarak ön alınabilir.
En kritik olan engel Dış güçler engelidir. Şimdiye kadar bununla mücadelede hep kolaya kaçıldı. Dünya derin devletini temsil eden Siyonist kurumların onayı alınmaya çalışıldı. CFR de sorgulanan ve başarılı olan İslamcılara hükümet vizesi verildi. Ancak bunlar sıkı takibe alınarak taahhütlerine sıkı sıkıya bağlılıkları denetlendi. Dış güçlerin politik emellerine hizmet ettikleri ölçüde iktidar alanları genişletildi. Ancak bir müddet sonra İslam`ın ve iç dinamiklerin baskısı İslamcıları İslam`a ve halka hizmete zorlayınca Dış destek dış kösteğe dönüşebildi.


İslam`ın önündeki en büyük dış tehdidin ABD, AB ve İsrail olduğu kuşkusuzdur. Bu tehdidin etkisinin kırılması İslam dünyasının tevhidine, ittifakına bağlı olduğu açıktır. Bunun için ilk ciddi girişimlerde bulunarak D-8`i harekete geçiren Merhum Erbakan Hocanın başına gelenleri biliyoruz. Bundan sonra da ümmet şuurunun oluşmasını kendileri için tehdit olarak gören Batılılar çok ciddi önlemler almışlardır. Birliğimiz parçalamışlar, parçalarımızı birbirine düşürmüşlerdir. Maalesef bu alanda çok büyük başarılar da sağlamışlardır.


Mesela sosyal medyada dolaşan şu ifadelere bakın: “EL KAİDE, ‘İsrail`e düşman olduğunu, şeriat devleti kurmak istediğini` hep söylüyor ama, Suriye`de Müslümanların kellesini uçururken, Müslüman kadın-çocuk-bebek demeden katliam yaparken, kurulduğu günden bu yana İsrail`e tek bir saldırısı olmamış!..”
Benzer ifadeler İran için de kullanılıyor: “Hiç düşündünüz mü? Otuz yıldır ‘Amerika`ya ölüm` diye bağırdıkları halde neden Guantanamo`da hiç bir İranlı (acem) Şii bulunmuyor ?”


Bu ifadelerin maalesef geniş bir destekçi kitlesi var. Hâlbuki bu beyanlar tamamen yanlış ve gerçek dışıdır. Çünkü ABD=İSRAİL ise El kaide hemen her yerde ABD`ye saldırdı. Hatta ta ABD`nin göbeğinde 11 Eylülü yaptı. İran=Hizbullah ise Hizbullah ta defalarca İsrail`e saldırdı ve İsrail Hizbullah`a savaş açtı. ABD ve İsrail`i Lübnan`dan kovan Hizbullah`tır. Müslümanlar olarak İran ve El Kaide`yi mahkûm etmek yerine birlikte müşterek düşmana saldırmalarını sağlamak ve topluca onlara destek olmak öncelikli görevimiz olmalıdır derim.