Doğrusu, 1. Dünya savaşı sonrası Osmanlı devletini yıkan ve parçalayan İngiltere ve işbirlikçisi ABD` Osmanlı topraklarının uzun süre işgal altında tutulmasının imkânsızlığını geçmişteki deneyimlerinden ve yöneticilere sunulan siyaset bilimi uzmanlarının raporlarından anlamışlardı.  Bu raporlara göre bölgenin sömürülmesi için en ideal yöntem şu şekilde belirlenmişti. Osmanlı ülkesi bir kısım doğal, etnik, mezhepsel hatta bazen suni sınırlarla parçalanacaktı. Her bir parçanın başına, diğer parçalarla düşman ancak emperyalistlerle dost birer yönetici kişi veya aile tayin edilecekti. Ayrıca bu parçaların yeniden bir araya gelmemeleri için aralarına ciddi (sınır, rejim, mezhep) ihtilafları sokulacaktı.  (Örneğin Türkiye – Suriye arasında Hatay sorunu, İran-Irak arasında şattül Arap sorunu, Türkiye Irak arasında Kerkük-Musul ve kuzey Irakta Kürdistan sorunu, Türkiye İran arasında “rejim ihracı” gibi sorunlar. Bunlar aslında yapay sorunlardır, çünkü yapay sınırlardan kaynaklanmaktadırlar.   Bu ülkeler arasında sınırların olması tek başına asıl sorunu oluşturmakta. Dolayısıyla çözüm sınırları değiştirmekten değil ortadan kaldırmaktan geçer.)

                  

Emperyalistler istedikleri adamı bulunca gerek gizli ve gerekse açık anlaşmaları imzalayarak, kendilerini güvenceye aldıktan sonra bu parçalara bağımsız devlet statüsü verdiler. Sözde bu ülkeler bağımsızlığını kazanmıştı. O gün bağımsızlık bayramı olarak kutlanacaktı. Bağımsızlık için birer marş ve bayrak da bulunacaktı.

                  

Bu parçalama ve paylaşım sırasında Kürtlerden sadık bir müttefik bulunmadığı için Kürtlere verilecek parça ilerde sadık müttefik bulununcaya kadar ertelenmişti. Emperyalistler şimdi Kürtlerden kendilerine bir değil birden fazla müttefik işbirlikçi bulmuşlardı. İşte asıl sorun bu parçanın diğer parçalardan ayrılarak Kürtlere yeni bir parça (sözde bağımsız bir devlet) verilmesi sorunudur.

 

Ayrıca, yaklaşık 50 – 60 yıl rahat bir biçimde bölgeyi sömüren ülkeler, yönetimlerini tehlikede görmeye başladılar. Bölge halkı olayı deşifre etmişti. Sanal bağımsızlık yeterli gelmiyordu. Halk gerçek bağımsızlık istiyordu.  Her gün ayağına gelen armutlar ayıya az gelmeye başlamıştı. Ayı ininden çıkmak zorunda kalmıştı. Artık Araplar Türklere eskisi kadar düşman değillerdi. Türklerde de Araplara eskisi kadar düşmanlık kalmamıştı. Bu düşmanlığı sürdürenler ekalliyete (azınlığa) düşmüşlerdi. Arapların Türkleri arkadan vurduğu masalı unutulmaya başlanmıştı. Arkadan vurma olayı kısmen doğruydu ancak bu bir “emperyal sömürü” planın parçasıydı. Şam`da Türk Mütefekkir ve münevverleri “Hatay da Suriye`nin, Ankara da,  İstanbul da;  buna mukabil Şam ve Halep de Bağdat ta Türklerindir” sesleri yankılanmaya ve ayakta alkışlanmaya başlanmıştı. Ortak bakanlar kurulu toplantıları, İran`la ticaretin gittikçe büyümesi, Kuzey Irak`ta kırmızıçizgilerimizi ihlal etti denilerek saldırtmak istenen Kürt bölgesel yönetimi ile iyi ilişkiler yavaş yavaş gerçek bağımsızlığın yolunu açıyordu. Plan demode olmuş bozulmaya yüz tutmuştu.

 

Emperyalistler, sömürü düzenlerini sürdürmek için yeni planların peşine düştüler. Parçaların biraz daha küçültülmesi, parçalar arasında ihtilafların hem çoğaltılması hem de büyütülmesi gerekiyordu. Araya “kan davası” sokulmalıydı. Peygamber her ne kadar Müslümanlar arasında “kan davasını” yasaklamış ise de peygamberin izinden giden kim… Mezopotamya kültürü canlandırılmalı ki bu kültürün bir parçası olan “kan davaları” ihtilafın sürdürülmesi için iyi bir araç olsun... Kürtlerle Türkler, Kürtlerle Araplar, Türklerle Farslar vs. arasına etnik, mezhep ve sınır ihtilafları sokulmalı, eskiden olanlar yeniden canlandırılmalı idi.

 

Son zamanlarda revize ve reorganize edilen plan, tıkır tıkır işlemeye başlamıştı. Şam`da yukarıda belirtilen ve ayakta alkışlanan açıklamayı yapan Türkler şimdi hem Kürtlere, hem Araplara hem de Farslara düşman. Müttefikleri de Urfa, Antep ve Maraş`ımızın işgalcileri ile onların işbirlikçileri.

Biz Suriyeli kardeşlerimizi zalim bir diktatörden korumak için Özgür Suriye ordusuna yardım ederken, Suriye devleti de kardeş Kürt halkını zalim(!) Ankara hükümetinden korumak için Kürtlerin direnişine destek olmaktadır. Bu arada Farslar da harıl harıl ajanları ile Türklerin altını oymaktadır. Türkler de Farsların Şii hilali tehdidine karşı alemi İslam`ı uyarmaya çalışıyor.

        

Bu plana boyun eğmek zorunda kalan ve dolayısıyla sonuçtan en çok zarar gören mazlum ve mağdur Anadolu halkı olacaktır. Sebebi çok trajik. Türkiye halkı Müslüman ancak kafirlerle ittifak halinde, yöneticileri Müslüman, ancak devleti dinsiz, Devlet ideolojisinin savunucuları mahkum, ancak onların rejimi Müslümanlaştırmakla itham ettikleri de mahkum. Yöneticiler müttefiklerin korkusundan olsa gerek Kürtlerin taleplerini (her halde dil farkından olsa gerek!) anlamıyorlar. Kürtler ekmek istediğinde ayakkabı, ayakkabı istediklerinde su veriyorlar. Her zaman bir şeyler veriyorlar ama bu asla Kürtlerin istedikleri olmuyor. Çünkü istedikleri verildiğinde kavga bitecek, oyun kurucularının oyunları bozulacak.

 

Sonuç olarak mevcut hükümet, gerek komşularıyla gerekse halkıyla olan sorunlarını, görevi ihtilaf çıkarmak olan mahkemelere değil, Allah (cc) ve Resulünün hakemliğine götürme cesaretini göstermelidir. Kendisi bunu reel politik bulmuyorsa bu onun zannı fasidinden ibarettir.