Geçen hafta terör devleti israilin Lübnan'da gerçekleştirdiği, birçok sivilin de zarar gördüğü, çağrı cihazlarının patlatıldığı saldırılara şahit olduk.

Şeytanın bile aklına gelmeyeceği bu saldırılar; kendin yapmadığın her silah ve iletişim araçlarının seni vurabileceğini acı bir gerçekle hatırlattı.

Binlerce çağrı cihazının patlatılmasından sonra yapılan hava saldırılarında, bir kaç saatte bin beş yüz noktaya hava saldırısı düzenleyen israil, yüzlerce sivili öldürüp, on binlerce insanı evlerinden etti.

Suriye'de, Irak'ta düşmanlarımıza karşı harcamamız gereken mesaimizi, enerjimizi, aklımızı, servetimizi birbirimizi boğazlamaya ayırdığımızdan, düşman akla hayale gelmeyecek teknolojisi ve istihbaratı ile Şii veya Sünni ayrımı yapmadan, beklemediğimiz yerlerden saldırılar düzenliyor.

Şii Hizbullah'ın veya Sünni HAMAS'ın 'acısı acımızdır' diye bir cümle kullanmayı, yakışıksız, ötekileştirici, ayrıştırıcı bulduğumdan; Şam, Tahran, Gazze, Sana, Doğu Türkistan, Beyrut, Kahire, Bağdat, yeryüzündeki tüm Müslümanların acısı acımızdır, sevinçleri sevincimiz, yaraları yaramız, dertleri derdimizdir.

Kur’an-ı Kerim’de "O Allah sizi hem daha önce hem de bu kitapta Müslümanlar diye isimlendirdi." buyurulmaktadır.

HAMAS kurucusu Şehit Şeyh Ahmet Yasin de bizimdir. Hizbullah kurucusu Şehit Abbas Musavi de bizimdir.

Şehit Hasan el-Benna da bizimdir. Şehit Seyyit Kutup da bizimdir.

Hz. Ali'nin yanında savaşan Musa el-Eşari de bizimdir. Talha bin Ubeydullah da bizimdir.

Peygamberimiz (SAV)’in gözbebeği Hz. Fatıma da bizimdir. Sevgili eşi Hz. Ayşe de bizimdir.

Geçmişte yapılan savaşları, kavgaları, fikir ayrılıklarını gündeme getirmek; aynı yarayı kanatacağını bile bile ısrarla kaşımaktır.

İki keşiş sağanak yağmurdan iyice çamurlaşan köy yolunda evlerine dönmektedirler. Az ileride, bir kayacığın üzerine tünemiş, karşıya geçmeye niyetlenen; ama ipekten elbiseleri çamur olacak diye bir türlü ayağını yere basamayan yaşlı bir kadın görürler. Yaşlı keşiş hemen kadını sırtına alıp, yolun karşısına geçirir.

İki keşiş konuşmadan yollarına devam ederler. Yol uzundur. Bir kaç saat sonra, kalacakları yere yaklaşırken, genç keşiş artık daha fazla dayanamaz, sorar: Sen o kadını neden karşı tarafa taşıdın; biz keşişlerin bu tür bir iş yapması doğru mu?

Yaşlı keşiş "kadını karşıya geçireli saatler oldu ama" der sen hala onu taşımaya devam mı ediyorsun?"

Geçmişte yaşayanların, gelecekleri komadadır.

Geçmişin hamallığını yapmak sırtını geleceğe dönüp geri geri yürümeye benzer.

Geçmişi tekrar etmek, dikiz aynasına bakıp araba sürmektir.

 

Ehli Sünnet ve Şia düşüncesi kendi yolunun bir mezhep değil, İslam'ın kendisi olduğunu kabul eder.

Mezhep gereklidir. Çünkü bir din birden fazla kültüre sirayet ettiğinde onları etkilediği gibi etkilenecektir.

Farklı karakter, kültür ve anlayışlardaki insanlara farklı seçenekler sundukları için dini düşünce ve hayata canlılık ve zenginlik getirirler.

İnsanları tek görüş ve davranışa mecbur etmek, tek kalıba sokmak fıtraten mümkün ve gerçekçi olmadığı için, mezhepler mümin toplulukları bu yönüyle rahatlatmış olurlar.

Mezhepler, dinin yaşanmasında ve hayata geçirilmesinde kolaylaştırıcı bir iş icra ederler.

Mezhepçilik ise tefrikanın ta kendisidir. İslam dünyasının tümörüdür. İslam dünyası bu saçmalıktan kurtulmadıkça huzura kavuşamayacaktır.

Mezhepçi, mezhebini din yerine ikame etmek de, sadece kendi mezhebinden olanı din kardeşi olarak görmektedir. Artık onun tüm çabası mezhebinin zaferidir

İslam dünyası mezhebi ayrılıkların pençesinde boğuluyor.

Biribirlerimizin acısına sevinip, tatlılar dağıtıp, sevinç konvoyları düzenliyorsak, Yahudi'nin gökten yağan bombalarına rağmen kenetlenemiyorsak, Allah belamızı çoktan vermiş demektir.

Selam ve dua ile..