Geçtiğimiz pazar günü, tüm aile fertlerim şehir dışında olduğundan, pazar gününün kendisine ait boğuculuğundan; kendimi ekstra tembel hissettim.
Bizim buralarda pazar günleri: İnsanlar sabah namazından sonra, en yakın piknik alanlarına doluşmaya başlarlar. Baraj piknik alanında, büyük gölde, şelalede, Kazanlı sahilinde, Toroslardan gelen Berdan çayının kilometrelerce uzayan uzantılarında, çocuklar oyunlar oynar, mangallar yakılır, buz gibi kar suyuna girilip, haftanın stresi atılır.
Hava kararmaya başlamadan eşyalar toplanır, Anadolu insanının olmazsa olmazı olan 'çöpler; atık şişeler, çocuk bezleri, sivri kayalarda yırtılan terlikler' piknik alanına bırakılır, haftaya gelenler geçen hafta pis bırakanlara ağız dolusu, okkalı hakaretler edip, 'Nasıl bulduysan öyle bırak' sözüne uygun olarak aynı şekilde bırakırlar.
Yalnızlık gurbette olmak gibidir. Evde tek başına akşam olmaz deyip, arabama bindim, işyerine geldim.
Sağda, kaldırımda toplanmış, güneşten korunmak için ellerinde rengârenk şemsiyeler, siyah elbiseler giyinmiş, gözlerinde çay bardağı tabağı büyüklüğünde gözlük olan, küçük bir grup dikkatimi çekiyor.
Sitenin merdivenlerinden 1.90 boylarında, kollarına iki kişinin girdiği Veli abi, sürünürcesine inmeye çalışıyor.
Veli abi; toplumda kanaat önderi ve hayırsever olarak saygı gören, aslında tefecilik yapan, yuva yıkıp, kan emen, mülklerinin tapularını 40 devenin ancak taşıyabileceği bir mahlûkat.
Veli abi gününün çok büyük bir zamanını Japonya'dan (japi) ve Malezya'dan (Mali )getirttiği, bir karış boyundaki itlerine ayırır.
Ne hikmetse zamanla Veli abinin yüzünün sol kısmı Japiye sağ kısmı da Maliye benzedi.
İtlere birer de takip cihazı taktıran Veli abi onların kendi başlarına dolaşmalarına izin verip, android telefonundan izlerdi.
Yanı başımızda bulunan kebapçıdan günlük iki kilo karışık, hafif acılı tavuk ızgara yaptırıp, onların iştahla yemesini hayranlıkla izler, ağzını iştahla şapırdatırdı.
Fenilketonüri hastası olan Veli abiye doktorlar protein taşıyan ürün yemesini yasaklamıştı. Sadece patates ve bir kaç meyve dışında bir şey yiyemezdi.
Veli abinin elindeki poşetle köpeklerinin arkasından dışkılarını toplayıp poşete koyduğunu görünce: Abi nedir bu çilen, kendini bu kadar yoruyorsun. Günahım o kadar çok ki yer, gök, taşlar, yerde gezen karıncalar, ağaçlardaki kuşlar dahi beni lanetliyor, bu yavrucaklara bakıp kendimi affettirmeye çalışıyorum derdi.
Güvenliğin olduğu kapıdan geçip, Veli abiye doğru yürüdüm. Yaklaşık iki yıldır babası rahatsızdı; muhtemelen babası ölmüştür.
Elimi uzattım, sarıldık, abi başın sağ olsun, Allah rahmet etsin.
Allah razı olsun Komşum, Kıtmire yoldaş oldu, sabah uyandım, sonsuzluğa uçmuş Japimiz.
Ben şaşkınlığımın dik yamaçlarında gezerken, O hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Özel bir şirketin, kaputunda Japi'nin kocaman resmi bulunan, çiçek ve hayvan motifleriyle süslenmiş cenaze taşıma aracı merdivenlere yanaştı. Rol icabı hüzünlü gözüken iki görevli, içinde Japi'nin bulunduğu ahşap, işlemeli sandığı itinayla arabaya koydular.
Pati dostları derneğinin, ishal olmuş beyinlerinden uydurdukları, üzerinde altın yaldızlı 'Çağdaş insan, sokak köpeklerini sahiplenendir. Atatürk' yazısı bulunan çelengini taşıyan, yüzüne yaptığı boya, badanayla insanlara olan öfke ve nefretini kapatmaya çalışmış kadın, arabanın önüne geçti.
Çelengi yere indirip, köpek motifli çantasından, kirli bir kâğıt çıkarıp, coşku ve heyecanla konuşmaya başladı.
-Japimizin huzurunda tüm sokak paticiklerimize söz veriyoruz.
Bu ülkede 15 milyon Arap’ı barındıranlar, paticiklerimizi idam etmek istiyorlar.
Atalarını örnek alan biz pati dostları direnmeyi Atamızdan öğrendik.
Atatürk direnmeseydi, Laiklik olmazdı, Yaşasın Laiklik, Yaşasın Paticikler.
Şaşkınlığımın dik yamaçlarından inip, sessizce alandan uzaklaştım;
Bizleri İslam’la şereflendirip, insan kılan Rabbimize hamd ettim.
Selam ve dua ile.