Şehrimizin Mersin tarafında bulunan; üzüm bağları, zeytinlikleri ve meyve ağaçları ile topraklarından bereket fışkıran alevi ve Sünni vatandaşların dostça, beraber yaşadığı köyün camisinin, komşum olan imamının arabasıyla kaldırıma yanaştığını görünce, Diyanetin sitesinden bu haftaya ait olan hutbeyi yazıcıya gönderdim.
Hutbeye, hafiften göz atınca, 15 Temmuzla alakalı, sekiz yıldır dinlediğimiz, diyanetten beklediğimiz tonda, içeriğinin sürpriz olmadığını gördüm.
Aşırı dozda verdiği coşkudan dolayı ilk yıllarda Türk bayrağı, kılıç kalkan ve atlarla cumaya gelen vatandaşlarımızın heyecanı yıldan yıla azalıp, sıradanlaşmıştı.
Hocayı uğurladım, cuma namazı yaklaşıyor. İnsanların, tanıdık tanımadık her önlerine gelene 'hava çok sıcak' demelerine sebep olan bir hava durumu mevcut. Beynimizi sulandıran sıcaklıkta, cumaya gitmemek için bir sebep arama niyetiyle bilgisayarın başına geçiyorum.
Cuma suresi 9. ayette Rabbimiz: "Ey inananlar cuma günü namaz için nida edilince size, hemen Allah'ı anmaya koşun ve bırakın alışverişi; bu, daha hayırlıdır size bilirsiniz." diye emrediyor.
Cumaya gitmemek için seferi ya da selefi olmam gerekiyor, kaçarı yok, çıkış bulamıyorum.
Geçen ay eşini kaybeden emekli bir amcamız merdivenlerden, rot balans ayarı bozulmuş Hacı Murat gibi yalpalaya yalpalaya, sağda ve solda asılı duran terlikleri devire devire içeri girdi.
Göz mercekleri kavrulmasın diye gözleri kısık gezen emekli amca, kafasına bir şapka takıp, caminin yolunu tuttu.
Şapkamı ıslatıp kafama geçirdim, kumaş pantolonumun ayak dirseklerinin aşağısına kadar uzayan paçalarını katlayıp, 'vira bismillah' deyip otomatik darabanın kumandasına bastım.
Ana caddeden dönüp cami sokağını girince önümde camlarına siyah film giydirilmiş, bordo renk golf marka bir araba durdu.
Camları açınca, gittiğim caminin yıllardır müdavimi olan, emekli bir eğitimci ve polis emeklisi komşumu gördüm.
Biz yukarı camiye gidiyoruz, gel beraber gidelim deyince içeriden gelen taleal bedru ilahisini ve klima soğukluğunu hissedip arabaya bindim.
Polis emeklisi komşum, yirmi yıldır namaz kıldığımız camimizi değiştirdik diyerek mevzuya giriş yaptı. Hocanın izinli olduğu gün, müezzin rahatsız olunca namazı, caminin bahçe ve temizlik işleriyle ilgilenen Suriyeli çok büyük bir kabahat işleyip namazı kıldırmış.
'Efendim biz asırlarca dünyaya hükümran olmuş, İslam'ın bayraktarlığını yapmış, üç kıtada at koşturmuş, anlı şanlı Tükmüşüz, evi, yurdu olmayan, üstelik birde Suriyeli olan mültecinin arkasında mı saf tutacakmışız'
Emekli eğitimci bana doğru dönüp sordu: Komşum bu Suriyelinin arkasında hatta hatta onun olduğu camide namaz olur mu olmaz mı? dedi.
Bahsettikleri Suriyeli; On yıldır caminin temizlik işleriyle uğraşan, zavallı bir adam. Memleketinde Yüksek İslam enstitüsünü bitirmiş, ana dili gibi İngilizce konuşan, üstelik hafız. Ülkedeki tüm faşistlerin dini bilgisini toplasanız, adamın ilminin zekâtına yetişmez.
Mekke'nin fethinde, bir hayvan kadar değer vermediğiniz Suriyeli ile aynı dili konuşan Peygamberimiz, geçmişinde köle olan Bilal'ı Kâbe'nin tepesine çıkarıp ezan okutmuştu. O zaman iman etmeyen müşrikler, köle üstelik Arap da olmayan bir Habeşlinin ezan okumasına çemkirip, şu an sizin kullandığınız kelimeleri kullanmışlardı.
Sorunuza gelince Suriyelinin arkasında namaz bal gibi olur ama sizinle aynı arabada olmam caiz olmaz deyip, zihinsel hastaların olduğu arabadan inip, ırkçılığın ve nefretin hakim olduğu soğuk havayı tek ettim. Ayağımı güneşin kızgın saca çevirdiği, onurlu kaldırıma attım.