Hafta içi saat 7.30 civarlarında, iş yerimin yanındaki dut ağacının altında, kara demlikte demlenen çayımı içerken, arka taraflardan gelen, tiz bir ses ile irkildim.
Dönüp baktığımda az ötemizde iş yeri olan esnaf komşumuz, elinde simit dolu battal boy poşet ile ağzında gevelediği şemmame şarkısı ile çılgınlar gibi tepinip duruyor.
Bayram değil seyran değil, saat 11'den aşağı dükkânı açmayan komşum, sabahın erken saatinde, halay çekerek, elinde mahalleyi doyuracak kadar simit ile uyanıp gelmişse, çok çok hayırlı bir iş vardır dedim.
-Maşallah, maşallah kirvem, neşen bol olsun diye sözlerimi daha bitiremeden,
-Kirvem çayı hazırla, darabaları açıp, simitlerle sel gibi akıp geliyorum dedi.
Hikmetinden sual olunmaz Ya Rabbim, bugün de rızkımızı gönderdin deyip, komşumu beklemeye başladım.
Üç beş dakika derken tam yarım saat geçti, ne simitlerden ne selden ne de komşumdan bir görüntü gelmedi.
Simitleri hayal edip beklerken, mideme kramplar girmeye başlayınca, aklıma dondurucu soğukta nöbet tutup, ölen askerin hikâyesi geldi.
Kral askerin yanından geçerken, nöbet tutan askerin iki büklüm olduğunu görünce, askere sıcak tutacak kalın mont göndereceğini söyler.
Lakin göndermeyi unutur. Ertesi gün askerin, donmuş cesedi bulunur. Asker nöbet yerinde bulunan duvara şu yazıyı yazmıştır.
"Kralım ben soğuğa alışıktım, beni soğuk değil, sizin sıcak elbise vaadiniz öldürdü."
Kalktım, askerle aynı kaderi yaşamamak için, komşumun dükkânına gittim.
Az önce sevinçten halaya durmuş olan komşum, köşede tahta elma kasasının üzerinde, Osmanlının son veziri Ahmet Tevfik Paşa gibi, boynunu büküp, ezilip büzülmüş bir vaziyette oturuyor.
Yarım saat içinde insan psikolojisi nasıl böyle değişime uğrar, bu değişkenliğe şaşırıp kalıyorum.
Komşum, hayattaki son parçalarını çalan, sekerat anındaki hastalar gibi sayıklarken, kulağımı ağzına yanaştırıp, mevzuyu çözüyorum.
Borsadaki hisselerinin tavan yaptığını ekrandan görünce, o sevinç ve heyecanla yüzünü dahi yıkamadan, sevinç ve heyecanın getirdiği cömertlikle, fırındaki tüm simitleri alıp, koşarcasına iş yerine koşuyor.
İş yerindeki sistemin yüklü olduğu bilgisayara oturunca, yarım saat içinde tüm hisselerinin dibin dibine vurduğunu görünce, borsa oynadığından itibaren kalan üç beş beyin hücresini de yakıp, sekerata giriyor.
Son zamanlarda çok şahit oluyorum. Zamanın bolluğundan mı paranın çokluğundan mı nefsin hırs ve doyumsuzluğundan mı Camideki müezzin, okuldaki öğretmen, belediye çöpçüsünden karşı binanın kapıcısına kadar toplumun tüm kesimleri kendilerini Borsaya kaptırmış gidiyorlar.
24 saat gözleri, asansör gibi çıkıp inen, hisse senetlerinin olduğu telefon ekranlarında, adamlara hal hatır türünden sorular soruyorsun, ölüm sarhoşluğundaki hastalar gibi, dönüp boşluğa bakar gibi sana bakıyor.
Kendilerini bu oyuna kaptıranların bir daha iflah olmadıklarını, kolay ve çabuk para zehrini içip tuzağa düşenlerin, psikolojilerinin bozulduğunu, iflas ettiklerini, iş yerlerinin kapandığını, eşlerinden boşandıklarını, hatta intihar ettiklerini görüyoruz.
Borsaya uzun vadeli yatırım yapanlar dışında, borsayı oyun zanneden çevremdeki insanlara bakınca, borsayı kapitalizmin süper bir icadı olarak görüyorum.
Orta sınıfın kazanma hırsını körükleyip, cebini boşaltmak için kullanılan süper para tuzağı. Kumarhane gibi kazananı her zaman aynı.