Cuma günü komşu esnaflar; “yıllardır her hafta yanı başımızda bulunan camide cuma namazı kılıyoruz. Bundan sonra her hafta cuma namazımızı yakınımızda bulunan köy camilerinde kılalım, hem farklı bir sosyal aktivitemiz olur, hem de farklı yerleri görerek alzheimer hastalığına kapıyı aralamamış oluruz” dediler.
Abdestimizi alıp, şehrin yanı başında, yüksek bir tepede bulunan, ağaçlarla yemyeşil olan, müstakil evlerin ve yanı başında ahırların bulunduğu köye geldik. Bahçesinde üzeri dolu meyve bulunan narenciye ve zeytin ağaçları olan şirin köy camisine girdiğimizde, asrın çılgın mimari projelerinden nasibini almamış olmasından olsa gerek, camide rutubetli de olsa manevi bir hava hakimdi.
Duvarda bulunan cami beratını incelediğimde, caminin tek parti döneminin bitip, Demokrat parti iktidarının ilk yıllarında,1951'de hizmete açıldığını öğrendim.
Sünnetlerimizi kıldık, hocamız adımını basamaklara attıkça gıcırdayan minbere çıktı, iç cebindeki android telefonu çıkardı.
"Ramazan ve Ahiret bilinci" ile alakalı hutbeyi okumaya başladı. Hutbeyi isteksiz isteksiz okurken de ikide bir esnemeye başlayan hocamızın, hutbeyi hiç okumadığı, yeni okumayı sökmeye başlayan anaokulu öğrencileri gibi heceleye heceleye okumasından belliydi.
Namaz bitti, arabamıza binip dönerken, 2 kilometrelik yolda siyasi bir partiye ait 13 seçim aracı saydım. Merakımdan arabayı seçim aracının birisine yanaştırdım, arabada bulunan 60 yaşlarında bulunan, belli ki ekmeğinin peşinde olan emmiye sordum:
“Emmi mahallede bu kadar seçim aracının bolluğu hayra alamettir inşallah.”
Emmi, mahallede bu akşam iftar yemeği vereceklerini, seçim araçlarının bunun duyurusunu yapmak için buraya yoğunlaştıklarını söyleyince, şehrimizde reklamını yaptıkları partinin kaç seçim aracı olduğunu sordum. Yaklaşık olarak 40 aracın olduğunu söyledi.
İş yerime geldim, elime Çin malı çakma bir hesap makinesi aldım. Çamurluğu olmayan bir bisikletle başladığı siyaset yolculuğuna bölgenin sayılı zenginleri arasına girme becerisini ya da yıllar önce eline aldığı bir bavulla, otostop yaparak şehre gelen, bir dönem yolu belediyeden geçmiş bir siyasetçinin yaklaşık altı aydır, yaklaşık kırk araçla yaptığı seçim çalışmasını, bedava sünnet şölenlerini, dağa taşa astığı posterlerini, her gün verilen iftarları karşılayacak bütçeyi oluşturma becerisini çözmeye çalıştım, bir türlü çözemedim.
Akıllı asistana sorayım, çözse çözse o çözer deyip, soruyu ona da sordum.
Akıllı asistan, 13. asırda yaşamış olan, büyük derviş ve şair Yunus Emre der ki: "Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz" diye cevapladı.
Maaşı bir doktor kadar veya iki öğretmenin toplam maaşı olan belediye başkanlığı adaylığı için, seçime 5 yıl kala, halkta bir karşılık oluşturmak için, şehirde bulunan tüm cenazelere gideceksin. Davet edildiğin tüm düğünlerde altın takacaksın. Bu süreçte yüzün hep gülecek. Onlarca Ali Cengiz oyununu atlatıp, çok büyük bir servet harcayıp, aday olacaksın.
İş adamlarına, belediyede bulunan kurumları, ihaleleri, parkları, geniş ailelere de onlarca işçi alma sözü vereceksin.
Dünyada bulunan birçok devletin toplam bütçesinden kat kat bütçeye sahip olan belediyelerimizde, adaylık süreçleri maalesef böyle işliyor.
Temiz siyaset anlayışıyla yola çıkan siyasetçiler, vatandaşın karşısına çıktıkları zaman, vatandaş lafı gevelemeden direk soruyor: Sen bize ne vereceksin?
Ağacındaki bir meyveyi izinsiz alan bir çocuğu kürek sapıyla döverek cezalandıran vatandaş "Devletin malı deniz, yemeyen keriz" anlayışına sahip.
Bu çürük anlayışa sahip vatandaşa, istediğin kadar belediye yöneticilerinin gereksiz harcamalarından, Karun gibi sahip oldukları zenginliklerden, yepyeni kaldırımları, yolları, parkları yıkıp yeniden yaptıklarından bahset.
Alacağın cevap: "Başkanımızın hakkını yemeyelim, çalıyor ama çalışıyor".
Çalışıyor yani bize çaldığından pay veriyor. Aldıkları pay da ya bir bardak çorbadır ya da bir Ramazan kolisidir.