Teravih namazına katılım sağlayan mahalle halkının geçmiş yıllara göre kıyaslandığında, önemli oranda azalmasına üzülen arkadaşım, “Beş on yıla kalmaz teravih namazı diye bir ibadet kalmaz” deyince, “Ezanın Türkçe okunduğu, Allah diyene seksen sopa dayak atıldığı dönemlerde dahi bu milletin inancı yok olmadı, sosyal medyanın getirdiği rehavetler toplumda bir sarhoşluk meydana getirmiştir ama o da gelip geçicidir, evelallah” diye cevapladım.
Ramazan’ın ilk günlerindeyiz, ay sonu mahalli seçimler var. Cumhuriyeti kurduktan sonra, Batılılaşmak adına İslam dini ile alakalı her türlü renge ve sembole savaş açan parti ve bu partinin Atatürkçülüğünü vasat bulan yan sol partiler mahallemizde ayrı ayrı yerlerde iftar programları düzenliyorlar.
Dakika başı caddeden geçen, büyük seçim otobüslerinden çalan tasavvuf müziği eşliğinde, rica ve minnet ile mahalleli iftara davet ediliyor.
Tanrı kabul etsin niyetiniz gibi kilise icadı olan cümleler de kullanılmıyor. İki kelimeden biri Allah ile devam ediyor.
Hatta adaylardan birinin dağıttığı broşürde sahur yemeği ve teravih namazı programı dahi bulunuyor.
Başka bir aday, bir kadının; “Allah yolunu açsın, işini kolaylaştırsın” diye kendisine ettiği duayı, twitter hesabından "ömrüm boyunca aldığım, en güzel dua" diye paylaşıyor.
Bu sene seçimler Ramazan ayında olduğundan, çok şükür alenen su içene de rastlamadık.
Müslüman Kürt halkına ablaları diye yutturulmaya çalışılan Leyla Zana'nın, yıllar önce bir basın toplantısında kameralar karşısında, halkının değerleriyle alay edercesine gözümüzün içine baka baka su içtiğine de şahit olmuştuk, gerçi o zamanlar seçim diye bir dertleri yoktu.
Cumhuriyet kurucuları yazdıkları eserlerde, konuşmalarında İslam'ı "Arap dini, Muhammed'in dini", olarak tanımlamaktadırlar. Meclis konuşmalarında semavi dinlerin gökten indiğinin sanıldığını söyleme cüretinde bulunmuşlardır.
1930-37 yılları arasında ilkokul ve liselerde okutulan kitaplarda Kur’an ve içeriği alaya alınmış, dini semboller aşağılanmıştır.
Ezanın yasaklanması, tekkelerin kapatılması, Kur’an eğitiminin yasaklanması, kılık kıyafete savaş açılması, camilerin askeri depo adı altında ahıra çevrilmesi, Arap alfabesinin kaldırılması gibi uygulamaların icra edilmesiyle, Müslümanlara ve inançlarına açıkça savaş açılmıştır.
Daha on yıl öncesine kadar bu ülkede 90 yıldır devam eden başörtüsü yasağı vardı.
Peygamberimize "baldırı çıplak Arap", Kur'an'a haşa "safsata" diyen, "Kâbe Arab'ın olsun, Çankaya yeter bize" diye şiirler yazan zihniyetin bugünkü mirasçılarının, Ramazan münasebetiyle vatandaşları bir araya getirmeleri, evlerine koli koli erzak bırakmaları, seçim arabalarında tasavvuf müziği çalıp, manevi bir ortam oluşturmaları çok güzel hareketlerdir.
Sol partilerin Ramazan programları yapmalarına itirazımız yok. Bilakis bu milletin diniyle savaşılamayacağını öğrenmeleri, yenildiklerini kabul etmeleri, kerhen de olsa saygı göstermeleri olumlu gelişmelerdir.
Tek parti döneminde İslam'a karşı açılan savaşa, “İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar” diyen Üstad Said Nursi'nin sözleriyle gelip geçen seçim arabalarına bakıp, temaşa edip, mırıldanıyorum:
“Ey Rabbimiz, hikmetinden sual olunmaz, sen dilersen dinine Kemalistlerle de hizmet ettirirsin, bunların hizmetlerini daim, kendilerine samimi bir iman ve yaşam ihsan eyle!”