“Seni de vururlar bir gün ey acı

Uçuşup durduğun kanatlarından

Sazın, sözün, türkülerin tükenir

Ellerin koynunda kalakalırsın

Şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı

Gül açan yüzlerimizde

Göğeriyor rengin senin de

Biliyorum hiç bir tarih yazmayacak ve

Bir sır gibi kalacak yakılan kitaplarında

Göbek bağı anasından henüz çözülmemiş bebelerimize

Mitralyözlerin Washington'dan ayarlandığını

Nereden başladı bu kesik dans

Ve bu dansa karşı afyonlaşmış hecin yüzlü insanlar kim?

Kim kimin yanında, kim kimin karşısında

Meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim

Ve ne Bağdat'tan, Ne Şam'dan, Ne Mekke'den

Ne Diyarbakır'dan, Ne İstanbul'dan, Ne Buhara'dan

Bunca telefon direğine rağmen, kimse kimseyi duymuyor

Ve siz ey analar,

Hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler söylerdiniz

Hani siz, fatihler doğururdunuz...

Gelin kızların giysileri kirletildi

Çocuklar hep yetim kalıyor

Ey insan, Ey insanlık, Ayağa kalk

Kolları ve bacakları budanmış delikanlıları

Boyunları gövdesinden ayrılmış insanları

Gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu çocukları

Gelişmiş laboratuvarlarınızda dikkatle inceleyin..”

Şair Ferman Karaçam üstadın yıllar önce kaleme aldığı hüzünlü, sitem dolu satırlarını okurken şunu çok iyi anlıyoruz ki; yıllar geçmiş ama yaşanılan acılar tüm hızıyla devam ederek artıyor.

Filistinli çocukların çektiği acıları, hangi kilim örtebilir, hangi renk boya acıyı kapatabilir.

Kolları, bacakları kopan Filistinli Rana kızımızın hikâyesi yeterince acı barındırmıyor mu?

Parçalanmış kanlı tişörtü, vicdansız, merhametsiz kalpleri, hangi yüzlerin ayıbını örter ki?

Bombaların parçaladığı, ellerine aldıkları teneke kaplarla, uluslararası yardım kuruluşlarının dağıttığı yemek için kuyrukta bekleyen, bu masum çocukların yüzündeki acıyı hangi yazar yazabilir, hangi vaiz anlatabilir?

İblis'in askerleri, çocukları küçük mermilerle mi vururlar? "Uçaklardan atılan bombaların şarapnel parçaları benim gibi çocuklar için mini mini minnacık mıdır anne?" diye sorunca, Gazzeli anne ne cevap verebilmiştir.

Biz sıcak çayımızı, kahvemizi yudumlarken, sıcak tutan botlarımızı, kabanlarımızı giymişken, Filistinli kardeşlerimiz, Suriye'de Yermük kampında açlık ve yokluk nedeniyle kedi, köpek eti fetvası alan ümmetin sahipsiz çocukları gibi fetva beklerler.

Sahi Yermük kampında, açlıktan bedenleri ölmüş ruhları varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla, işkencelerle kim öldürdü?

Kimler lanet olasıca ulusal çıkarları için bu ölümlere göz yumdu?

Gazze'de 136 gündür devam eden Yahudi terörü bize gösterdi ki yeryüzünde;

İslam dünyası diye bir dünya yoktur.

Gazze dışında her yer israil işgali altındadır.

Türkiye'yi İslam ümmetinin umudu, ümmetin lideri olarak gören, iyi niyetli ağabeylerimiz, hocalarımız yanılmışlardır ya da kendilerine sunulan rahat koltuklarından dolayı, iyi niyet dozajını fazla kaçırmışlardır.

İslam ümmeti yalnız ve sahipsizdir. Allah'tan başka kurtarıcımız yoktur. Mazlumlar yalnız ve kimsesizdir.

Yeryüzünde tam bağımsız, hür, işgal edilmemiş tek bir İslam ülkesi yoktur.

Gazze dışında umut beklediklerimiz, kurtarıcılarımız, ulusal çıkar putuna sarılmış, bizlere masallar anlatan, masal anaları imiş.

Tüm olumsuzluklara, kuruyan tüm vicdanlara rağmen israil'in 7 Ekim'de başlayan yıkımını göreceğimize inancımız tamdır. Allah var, gam yok diyerek, umudumuzu ve öfkemizi diri tutarak, Şair Ferman Karaçam'ın sözleriyle satırlarımızı tamamlıyorum;

“Ve bir gün, Bu dünya, Gül bahçesine dönecek, Bunu böyle bilin ve UNUTMAYIN...”