Sabah, sekize birkaç dakika kala, hafif yağan yağmurdan, iş yerimin önündeki sundurma çinkosu tangır tungur melodisini seslendirirken ben de küçük bahçemde bulunan Atatürk ağacının altında, kriz dönemlerinde vatandaşlarımızın bulduğu eşsiz icatlardan biri olan, Ecevit ocağında çay koymakla meşguldüm. Bu yıl hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde olmasından dolayı olsa gerek, bu mevsimlerde mis gibi kokan, bahçemizde bulunan nergislerde çiçek açmamış.
Dakikalardır uğraşıyorum, normalde koca bir ormanı yakıp, kül edecek kadar kuvvetli olan elimdeki çıra parçaları çakmaktaki tüm gazı kullanmama rağmen bir türlü yanmıyor. Çıraları ocağın içindeki kömürlerin üzerine koyup, son yılların icadı olan sıvı jeli döküyorum. Yaptığımız işlerde dürüst olmadığımızdan olsa gerek elimdeki sıvı jel, yanan ateşi söndürüyor. Çıraları burnuma dayayıp kokluyorum, buram buram bir çam kokusu beklerken, kokusuz ve yağsız olduklarını görünce, bize çıra diye sattıklarının bildiğimiz tahta parçası, sıva jelinde renkli katı bir su olduğunu anlıyorum. Dualarımızın kabul olmayışının ve işlerimizin bereketsizliğinin en büyük nedeni bu haramzadeliklerimiz, değil mi?
Neyse bir şekilde ateşimi yakmayı başarmıştım. Bu arada, karşı kaldırıma büyükşehir belediyesi amblemli bir araç yaklaşıyor. Saçları, sakalları birbirine karışmış birkaç işçi hızlıca arabadan inip, kaldırımların yanlarına döşemeye yarayan beton bordür taşlarını indirmeye başladılar. İşçiler öyle hızlı ve düzenli çalışıyorlardı ki, hemen bunların büyükşehir belediyesinin kadrolu işçileri olmadığını, belediyeden kaldırım ihalesini alan, şirketin elemanları olduğuna dair tahmin yürüttüm.
Bu arada da yoldan gelip geçenlere, konu komşuya malzeme çıkmıştı. Vatandaşların ağzı torba değil ki büzesin. Vatandaşlar ağız birliği yapmışçasına; “Seçimler yaklaşıyor diye kaldırımlar yenileniyor, emmi bunların hepsi seçim yatırımı, seçim olmazsa kimse bize selam vermez. Kaldırımlar yepyeni, bu ekonomik darlıkta yeniden kaldırım döşemek, akıl karı mı?” diye söyleniyorlar.
Bana sorarsanız seçim dönemine girmek, vatandaşlar için bulunmaz bir nimet. Seçim dolayısıyla yollar yapılır, maaşlara düzenlemeler gelir. Vergi ve imar barışı olur. Vatandaş kenardan, köşeden evini, iş yerini genişletir, yukarılara yeni katlar yapılır. Düğün ya da cenazeniz olduğunda siyasi partilerin adaylarının bolluğundan dolayı konuk sorunu da yaşamazsınız.
İşçiler hızlıca bordür taşlarını indirip, kaldırıma boydan boya bir ip çektiler. Bu arada ben de Atatürk ağacının altında, hafiften atan yağmur damlalarıyla hemhal olan çayımı yudumlarken, işçilere seslenerek, çaya davet ettim. İşçiler önce şaşırıp, birbirlerine baktılar, gülümseyerek hızlıca yanıma geldiler. Karton bardaklara çayları doldurdum, kaç şeker dediğimde, altı şeker dediklerinde Suriyeli olduklarını anladım. Çaylarını alıp, hızlıca işlerinin başına dönerken, arkalarından çayınız bitince tekrardan gelin diye seslendim.
Ahali çok bir zaman geçmeden, arı gibi hızlı çalışan işçilerin Suriyeli olduklarını anladı. Gündem ve ortak ağız aniden değişti. Neymiş efendim “bu ülkenin çocukları işsizmiş, belediye Suriyeli çalıştırıyor. Devletin her ay verdiği maaş yetmiyormuş gibi, belediyede işçi olmuşlar. Verdiğimiz oylar haram olsun.” gibi şeyler.
Bu söylenti ve dedikodular ev ev, sokak sokak yayılarak tüm mahalleyi sardı. Şirketin Suriyeli, günlük az bir paraya çalışan, sigortasız, yevmiyeci elemanları, kadrolu belediye işçilerinin üç ayda ancak bitirecekleri kocaman caddeyi mesai saati bitmeden tamamladılar.
Bu hafta Antalya, Muğla sahillerine vuran 10 cesetten sadece Türk olanına ilgi gösterilip, diğerlerinin kimsenin umurunda olmaması, ürkütücü ve korkunç bir geleceğin ayak sesleri gibi gelirken, Araf suresi 155’inci ayetle, af ve mağfiret dileyerek, Rabbimize sesleniyoruz; Ya Rab; “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak etme!”