Irak, İran, Suriye ve Türkiye… Kürtlerin yaşadıkları, daha doğrusu bölüştürüldükleri dört ülke… Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri böyle buyurdular.
Ellerinde tılsımlı bir silah vardı, namı diğer Milliyetçilik… Bizi önce kendilerine sadık kayyumlar üzerinden ulus devletlere böldüler. Arap veya Türk değillerdi, Müslüman hiç değillerdi, ama Arapçılığın ve Türkçülüğün Amentüsünü yazdılar. Ve sıra geldi cezamızı kesmeye… Arap olanlarımıza, Endülüs merkezli olmak üzere yüzlerce yıl Avrupa’da hüküm sürmüş olmanın, Türk olanlarımıza, Viyana kapılarına kadar varmanın… Ve Kürt olanlarımıza da Malazgirt’ten Birinci Dünya Savaşı’na kadar Türklerle kader birliği yapmış olmanın cezasını kestiler.
Arap, Fars ve Türk milliyetçiliğiyle tahkim edilmiş bu Laik rejimlerin de Kürtlere zulümde birbirileriyle yarıştıkları bilinmeyen bir şey değil. Örneğin, Suriye kimlik bile vermezken, Türkiye de inkâr politikalarıyla daha beterine imza atıyordu.
Bu özet girişten de anlaşıldığı gibi yüz yıldır Kürtlerin malum baskıcı rejimlere karşı bir var olma mücadeleleri vardır.
Evet, başından beridir anılan ülkelerde Kürtler haklarıyla birlikte var olma mücadelelerini verirken, içlerinde ihanet de eksik olmadı. İhanet diyoruz, ama bu da kişiden kişiye, daha doğrusu, kişinin kendisini nerede ve kimin yanında konuşlandırdığına göre değişebiliyor.
İçimizdeki ihanet de az değildir. Hatta Kürtlerin hakları ve özgürlükleri adına mücadele ettikleri iddiasında olan nice kişi ve gruplar da vardır. Tabii, aklını kullananlar ihanet edenleri tanımakta zorlanmıyorlar, ama bu anlamda aklını kullanmayanlar da ne yazık ki az değil.
Ve gelelim, bugünün Suriye’sindeki Kürtlere…
Şunu da hemen belirtelim ki, Kürtlerin ısrarla PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD-YPG-DSG gibi bir yapı ile anılması, Kürtlerin iradesine rağmendir. Çünkü inançlarından dolayı Kürtlerle savaş halindedir ve dini yaşantılarına müdahale etmekten geri durmuyor. Örneğin, geçenlerde, “camilerde israil aleyhine ve Gazze lehine herhangi bir beyanda bulunmamaları” şeklinde imamları açıkça tehdit eden bir açıklamaları bile oldu. Bu da demektir ki, dün Kürtlere kimlik bile vermeyen Hafız Esad’ın yanında olan PKK, bugün de Kürtlerin haklarından çok, ABD’nin çıkarları için savaşmaktadır. Ki Salih Müslim’in, “biz ABD için 11 bin şehit verdik” sözü de bu gerçeği teyit etmektedir.
İmdi 61 yıllık zalim Suriye rejimi devrildi. Türkiye’nin Kemalist rejimi hala ayakta, ama zulümlerinde ciddi bir gerileme var.
En önemlisi de, hem Suriye’nin müstakbel yöneticilerinin ve hem de Türkiye Hükümetinin artık Kürtleri haklarıyla birlikte dile getiriyor ve adil bir geleceğin inşası yönünde irade beyanında bulunuyor olmalarıdır.
Sözümü kendimize - Kürtlere ve kendimiz adına mücadele ettikleri iddiasında olanlara bir çağrı ile sonlandıralım: Evvela, şunun bunun Kürt’ü değil, kendimiz olalım. Çünkü haklarımızla birlikte var olmanın yolu da buradan geçmektedir, devlet olmamızın veya mevcut devletlerde haklarımızla birlikte olmamızın yolu da… İkincisi, rejimlerimizin bize zulmetmelerine inat, bu zulümlere karşı birlikte göğüs gereceğimiz emperyalistler değil, yüzlerce yıldır iç içe yaşadıklarımızdır. Üçüncüsü, yekdiğerimizi olduğu gibi kabul edelim ve “senin dinin sana ve benim dinim bana” diyecek kadar bir erdemi kuşanalım.