Erdoğan ve Bahçeli’nin açıklamalarına bakılırsa, ikisi de DEM ile el sıkma ve ötesi hakkında mutabıktırlar. Fakat ötesinde neler var, bilmiyoruz.

Şunu da hemen belirteyim ki, eğer devlet/hükümet, önceki Çözüm Sürecinde yaptığı gibi, şimdi de gasp edilmiş hakların iadesini PKK-YPG-DEM’e koşacağı şartların kabulüne bağlarsa, topluma ikinci bir hayal kırıklığı yaşatacağını bilmelidir.

Çünkü görünen o ki, Öcalan ve DEM Türkiye’den yana bir duruş sergileseler bile, ABD’nin vesayetinde olan PKK-YPG’nin de Türkiye ile uzlaşmayı tercih edeceğini beklemek saflıktan da öte bir şey olur.

Zaten DEM ve PKK’nın şimdiye kadarki açıklamaları da onların önceki Çözüm Sürecinde sergiledikleri duruştan daha iyi bir yerde olmadıklarını gösteriyor.

Benim kanaatim o ki, Öcalan da bundan böyle ne DEM’e ve ne de PKK’ye söz geçirebilecek bir konumdadır. Onun Türkiye’den yana bir duruş sergilemesi halinde, DEM için net bir hüküm veremem, ama PKK’nın ve Suriye’deki uzantısı YPG’nin dinleyeceğine hiç mi hiç ihtimal vermiyorum. PKK-YPG inisiyatif kullanıp Türkiye ile uzlaşmaya meyletse bile, ABD’nin buna kesinlikle izin vermeyeceği ve kanlarının son damlalarına kadar o yapıları kullanacağı şüphesizdir. ABD’nin bu yapı üzerinden yapacağı tahribi azaltmanın yolu da Türkiye’nin onur kırıcı olmayan bir af çıkarmasıdır.

Aklıma takılan diğer bir soru da Erdoğan ve Bahçeli’nin bu sözlerinde nereye kadar samimi olduklarıdır. Bana bunu sorduran da Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin konuya dair sözleridir.

Yani çıkış noktaları, “yüz yıldır devam eden bu hak gaspına son verelim ve Kürt kardeşlerimizin temel insani haklarını bilakaydüşart iade edelim” şeklindeki bir düşünce değildir. Her ikisinin de çıkış noktaları, “etrafımızın üslerle kuşatıldığı, savaşın kapımıza dayandığı, milli birlik ve beraberliğimizi sağlamadığımız takdirde, bir Suriye olacağımız…” gibi haklı kaygılardır.

Bu sözleri de ister istemez insanın aklına peş peşe şu soruları getiriyor:  

Bu el uzatmanız, siz siyasilerin deyimiyle pazara kadar mı, yani bu tehlikeler bertaraf oluncaya kadar mı, yoksa mezara kadar mı?

Sizleri bilmiyorum, ama ben, bize verdikleri boş sözler ve yaşattıkları kötü ve dahi kanlı tecrübeler nedeniyle inanamıyorum ve güvenemiyorum.

Çünkü seleflerinden devraldıkları zulme son vermeleri gerekirken, bir dili yasaklamanın veya kısıtlamanın Allah’ın ayetleriyle savaşmak olduğunu bile bile sürdürüyorlar.

Halbuki tercihlerini hak ve adaletten yana yaptıkları takdirde, değil DEM ve-veya PKK, dünyanın bütün şer güçlerine rağmen kadim kardeşliğimizdeki bu fetret dönemine son verebilirler.

Nasıl mı?

Nasıl ki, Mustafa Kemal şürekâsı, devletin en zayıf olduğu bir zamanda inkâr politikalarını hayata geçirip, dil yasağı başta olmak üzere onca zulmü yapabildilerse, şimdikiler de devletin en güçlü olduğu bu zamanda gasp edilen hakları iade edip, bu konuda adaleti tesis edebilirler. Yeter ki, tercihleri kayıtsız ve şartsız hak olsun ve adalet olsun…