Bir kalpte iki tanrı ve bir hayatta iki şeriat olur mu?
Şeriat, Arapça bir kelimedir ve kanun – yasa anlamına gelir.
Şeriat, insanın hayatını düzenleyen kanunlar - kurallar bütünüdür.
Toplumların değişim ve dönüşümleri her zaman şeriatlarla gerçekleşir.
Şeriatın, biri ilahi ve diğeri beşeri, yani insani olmak üzere iki kaynağı vardır. İlahi şeriatlar davet ve tebliğ yoluyla insanın özgür iradesinin tercihine bırakılırken, beşeri şeriatlarda ise, muhatapların reddetmeleri halinde ölümlere kadar varan bir dayatma vardır. İlahi olsun veya beşeri olsun, bütün şeriatlar edilgendir. Şeriatların muhatapları da uygulayıcıları da biz insanlarız. Dolayısıyla o şeriatları oldukları gibi yaşamak veya tahrif etmek yahut değiştirmek de -meşru olsun veya olmasın- bizim imkânlarımız dâhilindedir. Örneğin, ilahi şeriatlardan Tevrat ve İncil’in tahrif edilmiş olmaları ve Kur’an’ın da indirildiği haliyle elimizde olmasına rağmen istismar edilebiliyor olması bundandır.
İlahi şeriatları beşeri şeriatlardan ayıran özellik, onların ilahi olmalarının yanı sıra, istisnasız bütün insanların can, mal, akıl, soy-ırz ve inançlarını da korumalarıdır. Eğer bunlara bir tecavüz varsa, şeriat çiğneniyor demektir. Sadece bu haklar temelinde baktığımızda bile Müslümanların kendi şeriatlarına ne kadar sadık kaldıklarını görebiliyoruz.
Beşeri şeriatlar derken, onların ilahi şeriatın tamamen karşısında olduğu bir sonuç çıkarılmasın. Hatta ilahi şeriatı reddeden şeriatlarda bile ilahi şeriatla örtüşen maddeler olur. Örneğin, geçelim ilahi şeriatları, hiçbir beşeri şeriat da yalanı, iftirayı, hırsızlığı, adam kayırmayı, kumarı ve rüşveti meşru görmediği halde, istisnasız hepsinin mensuplarından bu fiilleri işleyenler vardır.
Bu anlattıklarımız, kendimizden başlayarak bütün bireyler, topluluklar ve devletler için aynıdır.
Şimdi gelelim bir kalpte iki tanrı ve bir hayatta iki şeriat olup olmadığı sorusunun cevabına…
Evet… İnsandaki bu şirk koşma, olan şeriata uyma veya şeriat koyma fiillerinin izlerini sürdüğümüzde, bizi Âdem’in ilk çocuklarına kadar götürdüklerini görüyoruz. Dolayısıyla üzerinden kaç zaman, kaç bin yıl geçmiş olursa olsun, insanların kendi iradeleri doğrultusunda bir hayat sürdükleri şüphesizdir. Kimisi bu iradesini ilahi şeriat yönünde kullanırken, kimisi de ya bizzat kendisinin ya da seleflerinin ve akranlarının koydukları şeriata göre yaşamaktadır.
Başlıktaki soruyu günümüz Müslümanlarına uyarladığımızda ise, kelimenin tam anlamıyla hayretler içinde kalıyoruz.
Çünkü dünyanın neredeyse onda ikisini oluşturuyor olmalarına rağmen, ezici çoğunluğu oluşturdukları devletlerin bile hiçbirinde inandıkları şeriatı hakkıyla ve layıkıyla yaşamıyorlar.
Diyelim ki, yöneticileri tağut ve zalim olduklarından, güç yetiremiyorlar. Kendi aralarındaki cari şeriat da genelde kısmen İslam ve kısmen laiktir. Baskın tarafı Allah’ın şeriatı olanlar Gazze’de ve Gazzelilerde şahit olduğumuz gibi izzetin zirvesinde iken, şirkin, beşeri kanunların, tuğyanın ve dünyeviliğin ağır geldiği Müslümanlar da zilletin dibindedirler.
Öyleyse biz de Kur’an’daki, “Ey iman edenler! İman ediniz!” ayeti ışığında kalbimizi ve şeriatımızı gözden geçirelim.
Sonuç olarak sormam o ki, kalbinde sadece Allah olanın hayatında başkasının şeriatı olur mu?
Öyleyse şimdiki aynamız Gazze'den kendimize bakıp soralım:
Hayatımızdaki şeriat, kalbimizdeki ilahın mı şeriatıdır, yoksa başka bir ilahın mı? Hayatımıza hükmeden şeriat, kalbimizdeki ilahın şeriatı olmadığına göre, şirk mi koşuyoruz, yoksa şeriatıyla bize hükmeden ilaha ve kullarına güç mü yetiremiyoruz?