Yıl 2011 idi, “Arap Baharı” adı verilen olaylar başladığında…

Görünürde Arap ülkelerindeki halklar, artık canlarına tak eden diktatörlerinden kurtulmak ve insanca bir hayat yaşamak için ayaklanıyorlardı…

Ve derken, liderlerini birbirinin ardı sıra devirdiler… Hem de kısa denebilecek bir zaman içinde…

Halklar, kendilerinden mustarip oldukları liderlerini devirmenin sevincini yaşarken, onların yerine kimi ve nasıl getireceklerini dahi bilmiyorlardı. Zaten kalkışmaları da ihtiyari başlamamıştı…

Bunun içindir ki, bundan sonra atacakları adımları bilmedikleri gibi, başlarına nelerin geleceğini de bilmez bir hal üzere günlerini geçirirken, oyun kurucular da planlarının diğer bir aşamasına geçiyorlardı.

Bir tarafta hangi ülkede kimleri nasıl başa getireceklerinin hesaplarını yaparken, diğer tarafta ise istikrarsızlığı hedeflerindeki ülkelere de yayıyorlardı. Ki bu ülkelerden biri de Türkiye idi.

Ne yazık ki, dönemin hükümeti tuzağı göremedi ve durumdan vazife çıkarırcasına Cumhuriyet Tarihi boyunca ilişkilerinin en iyi yerde olduğu Suriye’ye müdahale etti. Ve sonrası malum…

On binlerce masum insan öldürülürken, milyonlarcası da ülkelerini terk etmek zorunda kaldı, bırakıldı…

Batı, bu göç dalgasının da hesabını yapmıştı…

Mülteciler, ihtiyaç duyduğunun çok fevkinde idi ve bunların Avrupa’ya ve ABD’ye gitmeleri zararlarına olacaktı…

Tabii, bu arada en üretken olanları kaptılar ve istihdam etmeye başladılar.

Diğerleri de Türkiye’de kalacaktı. Ama Türkiye’nin buna ikna edilmesi gerekiyordu. Ki zor olmadı… Birkaç milyar Euro karşılığında Türkiye mültecileri alıkoyacaktı… Ve öyle yaptılar.

Türkiye bir yandan gelen mültecileri ağırlarken, diğer yandan “kendi güvenliğini sağlamak” adına PKK ve DEAŞ ile çatışarak Suriye’nin bir kısmına yerleşti. Türkiye bu bağlamda hem Suriye’nin muhaliflerini hükümete karşı destekledi ve hem de ABD’nin tam desteğini alan YPG’ye karşı mücadele etti…

Ancak PKK’ya karşı mücadele adına gerek Türkiye’de ve gerekse Irak’ta yaptığı hataları Suriye’de de tekrarladı. Yani inkâr ve asimilasyon politikalarını Suriye’deki Kürtlere karşı da kararlılıkla sürdürdü. Örneğin, Araplar ve Türkmenler için anadillerinde okullar açarken, Kürtlere seçmeli dersi dahi çok gördü… Ve böylece Kürtleri PKK-PYD-YPG gibi yapılara mahkûm etti…

Son günlerde Türkiye’nin Suriye ile normalleşme sürecine gireceğine dair çıkan haberler sevindiricidir. Ancak Türkiye bütün komşularıyla ilişkilerini en üst düzeye çıkarsa bile, kendi toplumsal barışını, güvenini ve refahını sağlamaya yetmeyecektir. Çünkü insanlar artık sözde kalan hiçbir şeye itibar etmiyorlar ve kardeşliğin de, adaletin de içi boşaltılmış olanını değil, kendisini istiyorlar…

Bunun da yolu, insanın fıtratına savaş anlamına gelen ne varsa bertaraf edip, yerine adaleti ikame etmek…

Aksi halde emperyalistlerin Rus-Ukrayna Savaşı ile başlattıkları ve Gazze soykırımı ile sürdürdükleri saldırılarını kapımıza dayamaları hiç de uzak değil.