Çocuklar, büyükleriniz size yalan söylüyorlar!
Bir iki defa değil ve bir iki yıl değil, tam 101 yıldır yalan söylüyorlar.
Yalanlarına teslim olmaya zorluyorlar. Ve yalanlarına teslim olmayanlara darağaçlarından işkencelere kadar her zulmü reva görüyorlar.
Bir toplum düşünün ki, büyükleri yalan söylüyor…
Bir toplum düşünün ki, yalanı bir hayat tarzı yapıyor…
Bir toplum düşünün ki, onların seçkinleri çocukların körpe dimağlarını yalanlarla iğfal ediyor.
Bir toplum düşünün ki, dayattığı yalanlara teslim olmayanlara zulmün her türlüsünü yaşatıyor…
Ve bir toplum düşünün ki, Meclisi yalanı kanunlaştırıyor…
Peki, biz mağdurlar ne yapıyoruz bu yalanlar karşısında?
Çocuklarımızı geçtik, biz yetişkinlerin de büyük çoğunluğu bugünkü Meclisin ilk Meclis olmadığını bilmezler.
İlk Meclis, gazi milletin özgür iradesiyle seçtiği vekillerin 23 Nisan 1920 günü Ankara’da duvarına “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünü yazarak, Kur’an ve tekbirlerle açıp milletin inancı ile barışık bir anayasa yapmış olmasıdır. İkinci Meclis ise, ilk Meclisi fesheden Mustafa Kemal’in kendi emrinde olan kişileri istediği illerde vekil olarak millete seçtirmek suretiyle oluşturduğudur.
Mustafa Kemal’in hedefi, Müslüman toplumu laiklik yönünde dönüştürmek olduğu için, sadece kendi Meclisini oluşturmakla kalmamış, 1924 yılında 1921 anayasasını lağveden anayasayı da yapmıştır. Ancak bununla da yetinmemiş, zaman zaman anayasaya müdahalelerde bulunmuştur. Örneğin, “devletin dini din-i İslam’dır” sözünün anayasadan çıkarılması gibi.
Zaten Cumhuriyet tarihini inceleyenler de, milletin iradesine ilk darbenin Mustafa Kemal tarafından vurulduğunu ve ordunun darbeleri ile bugüne kadar devam ettiğini görürler.
Diğer bir gerçekliğimiz de, bugüne kadarki muhalefet ve iktidarların da kendi süfli çıkarlarını milletin iradesini öncelemeleri ve “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yalanı ile hükmetmeleridir.
Bu nasıl bir milli hâkimiyettir ki, kimse darbecilerin anayasasının yerine kendi iradesinin eseri olan bir anayasa yapamıyor? Bu nasıl bir milli hâkimiyettir ki, kimse Mustafa Kemal’in bir insan mı, yoksa bir tanrı mı olduğunu soramadığı gibi, ilkelerini de tartışamıyor? Ve bu nasıl bir milli hâkimiyettir ki, darbe anayasasının bazı maddelerine tanrısal bir kutsallık atfedip, değiştirilemeyeceğine iman edebiliyor.
Büyüklerimiz, hükümetimiz, muhalefetimiz, din adamlarımız, aydınlarımız ve kısaca sorumluluk makamında olanlarımız yalana teslim olmuşlar ve en basiti, her 23 Nisan’da da şahit olduğumuz gibi, çocuklara bile yalan söylüyorlar.
Önceleri tazim amacıyla Anıtkabir'e gidenler genelde Kemalistlerle sınırlı iken, son yıllarda kendilerini Müslüman olarak tanımlayanların da Anıtkabir’i hıncahınç doldurup Atatürk’e tazimde bulunduklarını görüyoruz.
Haliyle insan sormadan geçemiyor, yalanı bir hayat tarzına çevirmiş bir toplumun iflahı mümkün mü?
Öyleyse kendimizi yoklama zamanı, ben de bu yalanlara teslim olanlardan mıyım, yoksa yalanlarına direnenlerden miyim diye…