Kimisi karikatürlerle Hz. Muhammed’e hakaret ediyor. Kimisi Kur’an’ı yırtıyor ve kimisi de Kur’an’ı yakıyor.
Failler bazen Fransa’da Charlie Hebdo gibi bir dergidir. Failler, bazen Hollanda’da Geert Wilders Rasmus Paludan’dır. Failler, bazen İsveç’te Salwan Momika’dır. Ve failler, bazen başka bir Avrupa ülkesinde ve başka bir şahıs veya gruptur.
Ama failler ve eylem yerleri farklı olsa da azmettiricileri aynıdır ve bunlar da maalesef Avrupalı liderlerdir.
Avrupa’daki yasalara göre de inançlara ve inananlara hakaret etmek ve insanları renk, milliyet ve din gibi aidiyetleri üzerinden ötekileştirmek de tıpkı antisemitizm gibi birer insanlık suçu olmasına rağmen, Avrupa liderlerinin İslam’a ve Müslümanlara karşı gerçekleştirilen bu suçları, “düşünceyi ifade etme özgürlüğü” adına sahiplenmeleri, bir tesadüf değil bir irade beyanıdır. Hala sömüren, hala tahakküm eden, hala işgal eden ve hala saldıran Avrupalılar, bu ve benzeri eylemlerle bu fiili durumlarını devam ettirme kararlılığında olduklarını da dünyaya ilan etmiş oluyorlar.
Çünkü Avrupalılar yüzlerce yıl öncesinden başlattıkları saldırılara, işgallere, sömürüye ve ötekileştirmeye son vermemişler, aksine İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendi aralarındaki şiddete ve savaşlara sadece ara vermişlerdir. Bugün itibariyle her ne kadar kendi içlerinde toplumsal barışı görece olarak sağlamış ve içlerindeki demokrasiyi belli bir düzeye getirmiş olsalar da kendilerinin dışındaki dünyaya şiddetten, savaştan, işgalden, sömürüden ve vahşetten başka bir şeyi hala layık görmemektedirler.
Dünden farkları şudur: Dün kendi içlerinde ve birbirilerine karşı gerçekleştirdikleri engizisyon, giyotin, indeks ve Nazi eylemlerini, bugün bir yandan Avrupa’daki Müslümanlara gerçekleştirirken, diğer yandan hala sömürdükleri ülkelere karşı gerçekleştiriyorlar.
Bu üstünlüklerinin ve tahakkümlerinin devamını diğer ülkelerin güçsüzlüğünde ve istikrarsızlaştırılmasında gördükleri için, Avrupa’da Müslümanlara ve Avrupa dışında da hedef ülkelere olan çok yönlü saldırılarını kesintisiz sürdürecekleri şüphesizdir.
Peki, onlar Avrupa’da Kur’an yakarken ve Afrika’dan Asya’ya kadar ülkelerimizi sömürmek ve dahi sömürürken bir de istikrarsızlaştırmak için her türlü gayrimeşru yönteme başvururken, Kur’an’a iman ettiklerini söyleyen bizler ne yapıyoruz? Bu sorunun cevabı, şüphesiz ki, “zillet” gibi tek bir kelime ile tanımlayabileceğimiz halimizdir. Çünkü hâlihazırda onlar Kur’an’ı yakıyorken, bizler de gerek bireysel ve gerekse toplumsal hayatımızın önemli bir kısmını Kur’an’a aykırı olarak yaşıyoruz.
Evet… Avrupa liderlerine, “Kur’an yakmaktan sonraki adımınız Müslümanları yakmak mı olacak” diye sormasına soralım, ama Kur’an yakanlara karşı gösterdiğimiz tepkilerde ne kadar samimi olduğumuzun ve hatta Kur’an’a ne kadar iman ettiğimizin ölçüsü de hem bireysel ve hem de toplumsal hayatımızda Kur’an’a ne kadar yer verdiğimiz değil mi?