Toplumların olumlu veya olumsuz yönde dönüşümlerinde sivil toplum kuruluşlarının önemi büyüktür. Siyaset dünyası da iktidarıyla ve muhalefetiyle birlikte bu kuruluşları dikkate alır. Hatta bazı ülkelerdeki hükümetler, yeni politikalar belirlemek, yeni yasalar yapmak ve mevcut yasaları güncellemek gibi konularda mutlaka sivil toplum kuruluşlarının görüşlerine de başvururlar.
Sivil toplum kuruluşlarının ne kadar önemli ve vaz geçilemez olduğunu bu yılın 6 Şubatında yaşadığımız depremin sonrasında yaptıkları olağanüstü çalışmalarında da gördük. Bir bakıma milletin ve devletin eli ve ayağı oldular.
Türkiye’de dernek, vakıf, kulüp ve sendika gibi isimler altında faaliyet gösteren oluşumların sayısı 100 binin üstündedir. Sadece vakıfların sayısı ise yaklaşık olarak altı bindir. Kesin rakamları vermeyişimizin nedeni, elimizde 2023 yılına dair bilgiler olmadığı içindir.
Her yerde olduğu gibi, Türkiye’de de amaçlarından sapan, görevlerini kötüye kullanan, birer sermaye toplama kuruluşu gibi faaliyet gösteren veya konumlarını gayrimeşru yönde kullanan dernek ve vakıflar vardır. Fakat işlerini hakkıyla ve layıkıyla yapanlar da az değil.
İşte Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı da bunlardan biridir.
Vakıf, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu seçimleri de kazanmasından sonra hem tebrik etti ve hem de bir çağrıda bulundu.
Biz de vakfın bu çağrısını büyük bir sorumluluk bilincinin bir tezahürü olarak görüyor ve diğer bütün dernek ve vakıfları da bu bağlamda aktif olmaya ve dayanışmaya davet ediyoruz.
Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, hükümeti üç konuda milletin inancı ve değerleriyle barışık politikalar izlemeye ve bunun gereklerini yapmaya çağırmaktadır. Bunlar aile, eğitim ve kültür-sanat konularıdır.
Yeni Şafak’tan Sayın İsmail Kılıçarslan da bir yazısında Vakfın bu çağrısına yer vermiş ve bazı önemli hususlara ve zorluklara dikkat çekmiştir.
Her ne kadar en büyük zorluk hala malum azgın azınlığın Cumhuriyetin kuruluşuyla yaşıt olan saldırıları ve hala onların vesayetindeki bürokrasi olsa da, bizim ihmalimiz de az değil…
Evet, ülkemizde seçimler var ve seçtiklerimizi iktidar yapıp hükümet de kurdurabiliyoruz. Ama yaşadığımız gibi, bu demek değildir ki, irademizi de idaremize yansıtabiliyoruz. Çünkü hala darbecilerin yaptıkları anayasa ile yönetiliyoruz. Bu anayasanın da alametifarikası, toplumun ezici çoğunluğunu etnik ve dini aidiyetleri üzerinden ötekileştiriyor olmasıdır.
Dolayısıyla Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdik girmesine, ama mevcut darbe anayasasına göre hala kimimizin adı mürteci ve kimimizin adı bölücüdür.
Sayın Erdoğan’ın vaatlerinden birinin sivil bir anayasa olduğundan hareketle hem bireyler ve hem de sivil toplum kuruluşları olarak sıkı bir takipte olmak gerekir. Çünkü azgın azınlık mevcut anayasanın bazı maddelerine tanrısal bir kutsallık atfetmekte ve Atatürk’ü de milletin iradesi üstünde Demokles’in Kılıcı olarak sallayıp durmaktadır.
Öyleyse bir yandan hükümeti aile, eğitim ve kültür gibi hayati alanlarda değerlerimizle barışık politikalar izlemeye teşvik ederken, diğer yandan bir an önce adil bir anayasayı hayata geçirmesi için yükümlülüklerimizi yerine getirmeliyiz.
Bilmeliyiz ki, Türkiye Yüzyılını adil bir anayasa ile taçlandıramadığımız sürece, rejimin ötekileri olma halimiz devam edecektir.