Seçim dilinden çok savaş dilini andıran seçimleri geride bıraktık.
Bu yazıyı okuduğunuzda ise, seçilenler yeminlerini etmişler veya ediyor olacaklardır.
Seçenlerin ve seçilenlerin gerçek niyetleri ne olursa olsun, hepsinin söylemlerinin merkezinde adalet olsa da hepsinin sorunu da yine adalet iledir. Bunun da nedeni, adalete riayet edilmemesidir. Adalete riayet etmemek, yöneticilerin olduğu kadar yönetilenlerin de en büyük sorunu, daha açıkçası, en büyük zaafıdır. Bu zaafın egemen olduğu hiçbir yerde insanlar güvende değildir.
Beş temel hak var ki, insanların mutluluklarının miktarını ve barış, güven ve refahlarının düzeyini bu haklara olan riayetleri belirler. Bunlar can güvenliği, mal güvenliği, namus güvenliği, akıl güvenliği ve din güvenliğidir. Tabii ki, haklar bunlarla sınırlı değildir. İnsanın onurlu bir hayat sürmesini gerektiren diğer bütün haklar da bunların içindedir.
İnsanların ve özellikle yöneticilerin dillerinden düşürmedikleri adalet kavramı da hak kavramı ile iç içedir ve birbirine geçirgendirler. Adil olan her iş aynı zamanda hak iken, adil olmayan her iş de haksızlıktır. Ve insanlar ister riayet etsinler veya etmesinler, ister hepsine veya bir kısmına riayet etsinler, bu kavramlara aynı anlamları yüklerler. Dolayısıyla yalan, iftira, hırsızlık, rüşvet, liyakatsizlik ve benzeri fiiller, herkes tarafından kötü fiiller olarak addedilirler. Dolayısıyla toplumda akil baliğ olan herkes bu fiillerin kötü olduğunu bilirler. Ancak bu fiilleri kötü bilmeleri ve her fırsatta kötü olduğunu söylemeleri, onların bu fiilleri yapmadıkları anlamına gelmemektedir. İşte sorun da burada başlamaktadır.
Düne kadar haklarımızı gözetecekleri ve icraatlarında adil olacakları sözünü verenlerden onayımızı alanlar, bugün artık sözlerini yerine getirmek, yani sorumluluk makamındadırlar.
Halk da yöneticilerin kendi emanetine riayet edip etmediklerini aralıksız takip etmek ve her türlü gayrimeşru icraatlarına gücü oranında karşı koymak durumundadır.
Şimdiki halimizi tanımlamamız gerekirse, haksızlıklar denizinde yüzen bir toplumuz. Bu derekeye düşmüş olmamızda ikiyüzlülüğün, yani münafıkça söz ve eylemlerin büyük payı vardır. Ve ne yazık ki, bu hal Müslümanlarından gayrimüslimlerine, Kemalistlerinden Sosyalistlerine ve Laiklerine kadar hepsinde vardır.
Toplumun ezici çoğunluğunu biz Müslümanlar oluşturduğumuza göre, bu sorunların çoğunun da kendimizden kaynaklandığını, yani yükümlülüklerimizi yerine getirmeyişimizden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Şunu kesin bir dil ile ifade edebiliriz ki, çoğunluk olmamıza rağmen bugün onurumuza yaraşır bir hayatın gerisinde ve dahi zillet içinde yaşıyor olmamızın biricik nedeni, Allah’ın bize olan, “iyiyi emretmek ve kötülüklerden alıkoymak” emrine itaatte ve Hz. Muhammed’in, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” uyarısını dikkate almada işlediğimiz büyük kusurlardır.
Bu da demektir ki, kusurlarımızı azaltıp iyiliklerimizi çoğaltmalıyız ki, hayatımız da o ölçüde güzelleşsin.