Avrupalılar, demokrasinin partileşme, partilerin faaliyetleri ve seçme ve seçilme kısımlarını kayda değer bir seviyeye getirmişlerdir. Her parti düşünceleri ve vaatleriyle seçmenin karşısına çıkar. Türkiye ve diğer birçok ülkedeki gibi askeri darbe endişesi ve korkusu yoktur. İktidarlar da muhalefet de hesap mercii olarak halkı görürler.

Avrupa’nın kendi içindeki demokraside geldiği bu seviye görece olarak iyidir ve takdire şayandır. Ancak aynı Avrupa kendisindeki demokrasiyi diğer ülkeler için istemez. Kendisi için inanç ve düşünce özgürlüğünün garantisi ve toplumsal barış, güven ve refahın aracı olarak gördüğü ve sürekli geliştirdiği demokrasiyi kendisinin dışındaki dünyaya karşı başka şekilde kullanır. O ülke ile olan ilişkilerinin niteliğine ve o ülke üzerindeki etkisine veya o ülke üzerinde oluşturmak istediği etkiye göre demokrasiyi kullanır. Ama çoğunlukla diktatörlükleri demokrasiye tercih eder. Demokrasinin işlediği ülkelerde seçimle iş başına gelen bir hükümet Avrupalıların çıkarlarına paralel çalıştığı sürece meşru görülür. Ancak bir hükümet milli çıkarlarını Avrupalıların çıkarlarına tercih ettiği andan itibaren Avrupalılarla sorun yaşamaya başlar. Avrupalıların ilk eleştirileri, o hükümetin veya liderin otoriterliğe doğru gittiği ve diktatör olduğu şeklinde olur. Kontrol edemedikleri hükümetleri önce muhalefet üzerinden yıkmaya çalışırlar. Buna güç yetiremedikleri zaman darbeyi kaçınılamaz görürler. Hemen hemen bütün İslam ülkelerinde yaşadığımız budur.

Türkiye de bu ülkelerin başında gelmektedir. Sayın Erdoğan bile başta olduğu 20 yıl içinde kaç tane darbe geçirdi.

Hepsinin de içinde Batı vardır. Tabii, Batıyı bu anlamda ABD’den bağımsız düşünmek yanlış olur. Birbirilerine desteklerini esirgemezler…

Konumuzun dışında olduğu halde bunları anlatmamızın iki nedeni var. Birincisi; Avrupalılar diğer ülkelerin de kendileri gibi demokrasiden yararlanmasını istemezler. İkincisi; demokratikleşen ülkelere müdahale ederler.

Mesela Avrupa medyası, Mısır’da Avrupalıların desteğiyle iktidara gelen Sisi için diktatör vb. sıfatları mümkün olduğunca kullanmaz ve ihlal ettiği insan haklarına hiç değinmez. Fakat Türkiye’de seçimle gelen Erdoğan için en çok kullandığı kelime diktatörlüktür.

Hiç mi hiç doğru değiller. Taraf olmalarına da razıyız, ama bir de karalamaları yok mu?

Hangi ülkenin medyasına bakarsanız bakınız, üç aşağı beş yukarı kullandıkları dil aynıdır.

Elbette ki, sağlıklı analizler ve eleştiriler yapanlar da var, ama belirleyici olanlar, sübjektif ve dahi müfteri olanlardır. Avrupa medyasının son birkaç aydaki en önemli gündemlerinden biri de Türkiye’deki seçimlerdir. Türkiye’deki seçimleri de Sözcü ve Cumhuriyet gazeteleri gibi değerlendirdiklerini söylersek, abartmış olmayız…

Tabii, hem Türkiye’de ve hem de Avrupa’da siyasete egemen olan dil, Avrupa’daki Türkiyelileri de daha bir etkiledi. Seçimin ikinci turundaki katılımın öncekine göre on binlerce oy farkıyla artması da bunun göstergesi…

İyisi mi, size Avusturya medyasından birkaç haberin başlığını verelim, diğer ülkelere de uyarlayabilirsiniz.

“Cumhurbaşkanlığı Seçimi: Genç Türkler Erdoğan’dan dolayı Türkiye’den göçmek işitiyorlar.” 27 Mayıs 2023 Der Standard.

“Neden Erdoğan Avusturya’daki Türklerin tercihidir?” 27 Mayıs 2023, Der Standard.

“Türkiye’de ikinci tur seçim: Milliyetçilerin hesaplaşması. Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, mültecilere tuzak kurarak Erdoğan'a yetişmeye çalıştı. Başarılı oldu mu?” 27 Mayıs 2023, Kurier.

“Erdoğan, Putin, Xi: Nasıl otokrat oldular?” 27 Mayıs 2023, Kurier.

“Bugün oylama: Türkiye prangalarından nasıl kurtulmak istiyor?

20 yıllık iktidardan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, oylamayla görevden alınma riskiyle karşı karşıya. Cumhuriyetin kurucusu Atatürk'ün kendisinden önce yaptığı gibi ülkeyi şekillendirdi ama aynı zamanda derinden böldü.” 27 Mayıs 2023 Kurier.