Öncelikle 14 Mayıs’taki seçim millete hayırlı olsun. Temennimiz, işlerinde hakkı ve adaleti gözetmeleridir.

Önümüzde ikinci tura kalan Cumhurbaşkanlığı seçimi var.

Malumumuz, millet, AK Parti’yi bir daha iktidar yaptı. Bu mükerrer başarılarından dolayı Cumhurbaşkanı Sayın Recep Erdoğan’ı tebrik ediyoruz. Bu vesile ile insani yükümlülüğümüz gereği, kendilerine, onların da yakinen bildikleri şu gerçeği hatırlatmak istiyoruz:

AK Parti’ye bizzat oy verenlerin de büyük bir kısmının kabul ettikleri gibi, bugün adaletsizlikte, haksızlıkta, liyakatsizlikte ve emanete ihanette selefleriyle arasındaki mesafeyi neredeyse kapatmış olan bir hükümet-iktidar var. Buna rağmen milletin AK Parti’ye bir daha bu görevi vermesinin nedeni, hem diğerlerini daha güvensiz bulmasından ve hem de bütün olumsuzluklarına rağmen bu iktidardan hala ümidini kesmemiş olmasındandır. Erdoğan’dan hükümetinden hakkımız ve talebimiz, adil olmaları ve zulmedenler hakkında gerekeni yapmalarıdır. Biz vatandaşlara da düşen, kişi olsun veya kurum olsun, iyi şeylerini desteklemek ve kötü şeylerine de elimizle ve dilimizle karşı olmaktır. Aksi halde biz de kirlenenlerden ve dilsiz şeytanlardan oluruz.

Konumuz Türkiye’deki seçimler, ama ben Avrupalıların Türkiye’deki seçimlere dair politikalarına da değinmeden asıl konuya girmeyeceğim.

Haliyle sormadan edemiyoruz: Avrupalılar, neden Türkiye’deki seçimleri kendi ülkelerindeki seçimlerden bile daha fazla önemsiyorlar ve hatta açıktan taraf tutuyorlar?

Elbette ki, ilgi duymanın da ötesinde taraf olabilir ve taraf olduklarını destekleyebilirler. Nitekim biz de ilgi alanımıza ve inancımıza göre diğer ülkelerdeki seçimlerle ilgileniriz. Ve bu bağlamda iktidara gelmesini istediklerimiz olduğu gibi, iktidardan düşmesini istediklerimiz de olur. Ama sonuçta onların iradelerine ve tercihlerine saygı duyarız. Fakat Avrupalılarda aynı duyarlılığı görmüyoruz. Özellikle Müslümanların tercihlerine ve iradelerine hiç mi hiç tahammülleri yoktur. Bir yerde Müslümanlar iktidar olsunlar veya iktidar olmaya doğru yürüyor olsunlar, hemen üzerine çullandıklarını görüyoruz. Evvela kirli medyalarıyla saldırıyorlar. Medya, diplomasi, ekonomik ve benzeri araçlarla boyun eğdiremezlerse, bu kez de ekonomik ambargolarla, darbelerle ve bazen de işgallerle müdahale ediyorlar.

Birinci dünya Savaşı’nın üzerinden yüz küsur yıl geçmiş olmasına rağmen Avrupalılar hala kendilerini galip ve biz Müslümanları da mağlup görüyorlar. Buradan hareketle İslam ülkelerine kendilerinin birer müstemlekesi ve kolonisi muamelesi yapıyorlar. Zaten ister kabul edelim, ister etmeyelim, İslam ülkelerinin fiili durumu böyledir. Mesela bir tane İslam ülkesi gösteremeyiz ki, gaz, petrol ve diğer madenler gibi kendi kaynakları üzerinde tam anlamıyla söz sahibi olsun. Bunun içindir ki, kendi öz kaynaklarına sahip olmak yönünde çaba gösteren her İslam ülkesi, karşısında Avrupalıları bulmaktadır.

Türkiye’ye son yıllarda bu kadar yoğunlaşmalarının, daha doğrusu çullanmalarının nedeni de Erdoğan hükümetlerinin bir yandan toplumsal barışı sağlamak yönündeki çabaları ve diğer yandan da üretmek, kalkınmak ve ülkenin kaynaklarını çıkarıp üzerinde söz sahibi olmak yönündeki çabalarıdır.

Seçimlerimize kadar müdahil olmalarının, taraf tutmalarının ve medyaları üzerinden saldırmalarının nedeni, Türkiye’nin kendi toplumsal barışını sağlamasını ve ekonomik bağımsızlığını engellemektir.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda emellerine ulaşamadıkları için çok öfkeliler. Seçimin ikinci turunu da kaybedeceklerini görmeleri, bu öfkelerini daha bir arttırıyor.

Şimdi ellerindeki son koz, içerideki işbirlikçilerini de harekete geçirerek, ırkçılığı körüklemektir. Ancak bunu da başarmaları artık mümkün değil. Çünkü ne Türkler adına ırkçılık yapanlar bu saatten sonra Türkleri kendi süfli emellerine alet edebilirler ve ne de HDP kendi tabanını çatışmacı bir yönde harekete geçirebilir.

Yani dememiz o ki, devletin kurucu iki unsuru olan Türkler ve Kürtler Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunu partiler üstü bir hassasiyet içinde gerçekleştireceklerdir. Bunu da ırkçılıkla veya köhne ideolojilerle değil, inançlarından ve 1071 ruhundan aldıkları güç ve birliktelik ruhu ile yapacaklardır.

Bu vesile ile Türklere çağrımız, bu kardeşliğin içini adaletle doldurmaları ve Kürtlere de çağrımız, gasp edilen haklarını elde etmedeki çabalarının merkezine şiddeti değil, adaleti koymaları ve her parti, grup ve cemaat ayrımı yapmaksızın hepsi ile sağlıklı ilişkileri esas almalarıdır.

Böylece hem malum zihniyetin kadim kardeşliğimizde açtığı fetret dönemini sona erdirmiş olacağız ve hem de medeniyet yolculuğumuza yeni bir başlangıç olacak şekilde irademizi idaremize hâkim kılmış olacağız. Ve kazanan, adaleti esas alan kardeşliğimiz olsun!