Bugünlerde hiç mi hiç yazasım gelmiyor.
Bu yazıyı da üç gündür evirip çeviriyorum, nasıl yazmalıyım ve ne yazmalıyım ki, en azından toprağa verdiğimiz on binlerce masum insanımız, yaralı kurtulanlar ve onların yakınları, yani hiçbirimizin ruhu, canı ve duyguları en azından incinmesin. Ama inanıyorum ki, bu bilinçle, bu duygu ve düşüncelerle yazan herkes, istisnasız bir şekilde yaşadığımız doğal felaketin yanına biz insanların ihmallerini, hatalarını ve ihanetlerini de anmadan geçemiyor. Çünkü bu, vicdanı olup da kör, sağır ve dilsiz olmayan her insanın vereceği en doğal tepkidir.
Ama ne yazık ki, hiç ummadığınız insanlardan ve hele hele dostlarınızdan zerre kadar beklemediğiniz haşin ve hoyrat tepkiler alabiliyorsunuz…
Diyelim ki, siyasilerin başta inançları ve insanlıkları olmak üzere gözlerini, vicdanlarını, düşünme ve muhakeme melekelerini o sınır tanımaz ihtirasları esir aldığı için, bu şartlarda bile iktidarıyla ve muhalefetiyle birlikte kendi aralarında bir ateşkes yapacak kadar bir erdemden yoksundurlar.
Savaşan ülkeler bile zaman zaman aralarında ateşkes ilan edip esir değişimi ve yaralıların nakli gibi işlemleri gerçekleştirebiliyor… Ama iktidarıyla ve muhalefetiyle bizim siyasilerimizi yaşadığımız bu asırların felaketi ve buna ek olarak kendi ihmal ve ihanetimizin bir sonucu olarak toprağa kurban olarak verdiğimiz on binlerce masum canımızın, yaralananlarımızın ve yüreği kanayan milletimizin acılarına bir nebzecik saygı babında olsun bir araya gelmek erdemini gösteremediler! Bir de bu gibi masumca eleştirileri yapmamıza tahammülü olmayan her iki tarafın, yani hem iktidarın ve hem muhalefetin iflah olmaz amigoları vardır!
Örneğin, kimisi dışarıdan gelen kimi yardım ekiplerine reva görülen keyfi muameleleri eleştirmemizden dolayı bizi, “PKK’nın ağzı ile konuşmakla” itham ederken, kimileri de “Türkiye, devletin ve milletin el ele verip kendi şeriatlarını-hukuklarını çiğnedikleri bir ülkedir” başlıklı yazımız için, “…sarf edilen cümlelerin keskin uçlarının nerelere dokunacağı hesap edilmeden yazılmış” şeklinde bir tepki gösterebiliyor. Bizim ölçümüz adalet mi, yoksa kimi şahıslar, kurumlar vs. mi?
Daha düne kadar hepimiz, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” mektebinin öğrencileri değil miydik?
Malumunuz, depremin olduğu on ilde büyük belediyelerden ayrı olarak onlarca ilçe ve belde belediyeleri daha var. Ve bu belediyelerin çoğu da AK Partili ve CHP’lidir! İstisnasız hepsinde ihmalden ihanete kadar icraatların olduğu, artık herkesin malumudur. Buna rağmen bugüne kadar hiçbir partinin, hiçbir belediye başkanının bir özeleştiri yaptığını veya bizim siyasiler için kıyametin alametlerinden biri olan istifa mekanizmasını işletip istifa ettiğini görenimiz veya duyanımız oldu mu?
İşte bu kardeşiniz de diyor ki, birbirilerine ne kadar düşman olurlarsa olsunlar, siyasiler eğer bu büyük felakete ve bu kadar büyük kaybımıza rağmen hala ihtiraslarına bir saatliğine bile olsun gem vurup bir araya gelme erdemini gösteremediyseler, suçluları hak ettikleri cezalara çarptıracaklarına dair sözleri de kayıplarımıza, yaralılarımıza ve milletimizin yaralı vicdanına saygısızlıktan öte bir anlam ifade etmemektedir.
Bütün bunlardan hareketle vardığım nokta şudur: Her parti gözlerine kestirdikleri üç beş kurbanın dışındakileri yine kanatlarının altına alıp yollarına devam edecektir. Çünkü emanete hıyanette, hakka tecavüzde, adalet, ehliyet ve liyakati ayaklarının altına almakta, aralarındaki farkı hemen hemen kapatmış durumdadırlar.
Tabii, siyasilerin yüzlerine aynayı tutarken, toplumun etkisi ve rolünü de unutmamamız gerekir. Çünkü bir toplum nasıl ise veya neye layık ise, o şekilde idare edilir.