Allah’tan deprem şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza şifa dualarımızla, en aşağıdan en yukarıya kadar ihmallerde ve ihanetlerde dahli olanlarımıza lanetle ve geride kalanlarımıza da lanetlilerden olmamak için yükümlülüklerimizi hayatımızın merkezine alma bilinci ile…
Bu yazıyı yazdığımız esnada vefat sayısı 39 bini aştı. Kesin sayıyı ancak hala bitirilememiş enkazların altından çıkarılacaklarla öğrenebileceğiz. Yaralılarımız da maalesef vefat edenlerimizin birkaç katı.
Bir yandan içimiz hala kan ağlıyorken, diğer yandan hayat da kendi akışı içinde devam ediyor.
Bu arada asıl suçluların da, toplum ve inandıkları ilah önünde günahlarını çıkarmak için ibadet seanslarına başladıklarını görüyoruz. Devletin kendisinden kurumlarına, devletin en üst yetkililerinden en alttakilerine, binaları yapan müteahhitlerden onları denetleyen mühendislere, kurumlara, onlara ruhsatı veren makamlardan son imzayı koyan belediye başkanlarına kadar, hiç ama hiçbir kimse kendi hatasını, kendi ihmalini ve kendi ihanetini üslenmiyor. Ya “biz kendi yükümlülüğümüzü yerine getirdik diyorlar veya susuyorlar yahut başkalarını suçluyorlar. Yani anlayacağımız, herkes sütten çıkmış ak kaşık, başımıza gelen bu yüzyılların felaketi de bizim kaderimiz!
Şimdi toplumun önünde iki seçenek vardır: Ya bu felaketi kendisinin kaderi olarak görüp, hayatına kaldığı yerden ve mevcut ahlakıyla-ahlaksızlığıyla devam edecek veya bir daha böyle bir kaderle karşılaştığında, enkaz altında tarif edilemeyecek acılarla ölenlerden olmamak için, felaketin ihmal, hata ve ihanet boyutunun üzerine gidecek!
Toplumumuzda birden çok şeriat vardır, ama biz biri, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan iman ettikleri İslam Şeriatı ve diğeri de devletin İslam’ı dışta tuttuğu kendi şeriatı… Yani ister toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyor olmalarına rağmen devletin kendi dinlerini resmen tanımadığı Müslümanlar olsun veya ister devletin dinlerini resmen tanıdığı Hristiyan ve Yahudiler olsun yahut ister başka bir dinden olsun, bütün vatandaşlar, devletin şeriatına uymakla yükümlüdürler. Bunun diğer adı şudur: Bu toplumun iki şeriatı vardır: Biri kendi inancının-dininin onu uymakla yükümlü kıldığı şeriat ve diğeri de devletin hepsi için uymalarını yükümlü kıldıkları şeriat…
Şimdi sözün burasında her iki şeriatın deprem ve benzeri felaketler hakkındaki hükümlerine baktığımızda, her ikisinin de güvenliği mutlak surette esas ve bu güvenliğin zerreden küreye kadar ihmalini de ihanet, cinayet ve toplu katliam kadar bir suç olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Bu her iki şeriatın da bu konudaki açılımı birbiri ile örtüşüyor:
Hakka riayet edeceksin! Çalmayacaksın ve çaldırmayacaksın! Hakka tecavüz edenlerden, çalanlardan ve çaldıranlardan hesap soracaksın! Hesap sormasan, sen de dahlin ve ihanetin oranında bu suçun ortağısın!
Bizim doğal felaketlerin sadece kendilerini oldukları gibi kabul edip “amenna” dememiz ve ama felaketlerin olabilecekleri yerlerde tedbirlerimizi de zerresine kadar almamız gerekirken, aksini yapıyoruz.
Bütün bunlardan hareketle, daha önceki depremlerin olduğu gibi şimdikinin de felaket boyutundan çok ihanet boyutunun bize daha fazla can ve mal kaybı yaşattığı gerçeğini önümüze koyduğumuzda, karşılaştığımız acı manzara, felaketten çok bizim eserimizdir! Bunun da bize öğrettiği şudur:
Türkiye, hâlihazırda hem devlet olarak ve hem de millet olarak kendi şeriatına ve şeriatlarına riayet eden değil, aksine ona isyan eden ve kendilerince mal-mevki bakımından yükselmek için ayaklarının altına şeriatlarını koyanların ülkesidir!
Şüphesiz ki, Müslümanların da ve Müslüman olmayanların da her birinin kendi şeriata riayet edenleri vardır. Ancak dün olduğu gibi bugün de hala baskın çıkanlar, bu şeriatları ayaklarının altına alanlardır!
Sizce de kendi şeriatlarına dahi saygıları olmayan toplumların iflahı, ıslahı ve insanca bir hayat yaşamaları mümkün mü?