Yaşadığımız felaketin şehitlerine rahmet, yaralılarına şifa ve başta kalan aileleri olarak milletimize sabır dualarımızdan sonra girelim söze…

Sormadan edemiyorsunuz, bu mahlûklar bu kadar kini, düşmanlığı, nefreti nasıl biriktirebildiler ve bütün bunları neye borçludurlar?

Ne yasımızı tutmamıza fırsat veriyorlar ne de enkaz altında hala çığlık atan canlarımızı kurtarmamıza ve şehit olanlarını çıkarmamıza… Bütün bunlarla birlikte ezanımıza ve salamıza bile dil uzatıyorlar ve duymamak için şeytanları andırırcasına kulaklarını tıkıyorlar.

İnsanın inanası bir türlü gelmiyor…

Bir insan, kendi ülkesini vuran bir felakete sevinebilir mi?

Bir insan, kendi ülkesini vuran bir felaketin verdiği zararın büyüklüğünü ve götürdüğü canların çokluğunu kendi emellerine daha bir yaklaşmış olmanın göstergesi olarak görebilir mi?

Bir insan, enkaz altından gelen çığlıklara ve enkaz altından çıkarılıp babalarının kucağına verilen cansız bebeklere şeytani bir hazla bakabilir mi?

Bir insan, kendi ülkesini vuran bir felaket üzerinden kendisine ikbal, iktidar, güç devşirme yoluna gidebilir mi?

Binlerce insanımız enkaz altında iken, yüz binlerce insanımız gece gündüz demeden onları kurtarmanın çabası ve telaşı içinde iken ve içinde zerre kadar insanlık olanlar da dünyanın dört bir yerinden gerek dualarıyla ve gerekse mallarıyla yardım ediyorken, bu mahlûkların klavyelerinin başına geçip gece gündüz zehir kusmalarını nasıl okumalı?

İşte bütün bu soruların ve daha fazlasının cevabını bilmek istiyorsanız, uzağa gitmenize gerek yok. Sağınıza, solunuza, arkanıza ve önünüze bakmanız yeterlidir.

Eminim ki, sadece ben değilim, bu mahlûkların yaptıklarını unutmayacaklarına ve bunun hesabını soracaklarına ahdedenler…

Öyleyse evvela kendimizden başlayarak arınmalıyız! Çünkü bireysel arınmayı gerçekleştirmeden birbirimizle bir binanın tuğlaları gibi kenetlenemeyiz. Ve kenetlenemezsek, ahdimizi gerçekleştiremeyiz…

Tabii ki, bu ve benzeri felaketlerdeki payımızı da hiçbir zaman unutmadan…