Müslümanlar olarak ciddi bir kelime ve kavram kargaşası yaşıyoruz. Öyle ki, Allah’ın müminler için kullandığı ve dolayısıyla Kur’an’da geçen bazı kelime, kavram ve sıfatları kullanmamaya özen gösteren Müslümanlar bile var. Bu sorunu sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde yaşıyoruz.

Bu sorunun oluşmasında İslam düşmanlarının elbette ki büyük bir payı vardır. Çünkü sürekli olarak Kur’an’daki kavramları bağlamından koparmanın ve istismar etmenin çabası içinde olmuşlardır. “Cihatçı”, “dinci”, “şeriatçı” ve “İslamcı” da bu amaçla kullandıkları kavramlardandır. Dikkat ederseniz, Müslümanların uyanışlarını bastırmak, onların İslam’ı kendi ülkelerine hâkim kılma mücadelelerini akamete uğratmak için şimdi de “Siyasal İslam” ile “Siyasal İslamcılık” kavramlarını yoğun bir şekilde kullanıyorlar. Ve dünyanın neresinde olursa olsun, kullandıkları dil ve üslup aynıdır. İster iktidarda olsunlar veya ister muhalefette, siyasetin içinde olan Müslümanları “siyasal İslam” üzerinden vurmaya çalışıyorlar.

Mesela, Türkiye’deki iktidar; Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve diğer kimi yöneticilerin Müslüman olmaları veya kendilerini Müslüman olarak tanımlamaları, onları bu tür saldırıların hedefi olmaya yetiyor. Hemen onların başarısızlıkları üzerinden ve özellikle aralarında yolsuzluk, hırsızlık, fuhuş ve benzeri kötü fiilleri işleyenler üzerinden İslam’ı karalamaya ve Müslümanları itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Bu fiilleri ister bireysel ve ister topluca işlesinler, yaptıkları kendilerini bağlar. Dolayısıyla hak ettikleri cezalar da onlara kesilmeli ve onlarla sınırlı olmalıdır. Ama yukarıda dediğimiz gibi, onlar üzerinden İslam’a ve Müslümanlara saldırıyorlar. Gerçi bizim açımızdan onların bu saldırılarında şaşılacak bir şey yok, çünkü küffardır, görevini yapıyor.

Fakat bizim asıl sorunumuz, bazı Müslümanların da düşmanlarının ağzıyla konuşuyor ve yazıyor olmalarıdır. Ki bu, gafletin de ötesindedir ve bunun adı düpedüz cehalettir. Yanlışlarımızın ve sapmalarımızın farkına varmamız için daha açık olmamız gerekirse, “cihat”, “tağut”, “Hizbuşşeytan” ve “Hizbullah” gibi Kur’an’da geçen kelime ve kavramları kullanmayan ve zımnen bunlardan hazzetmeyenler bile vardır.

Hülasa Müslümanlığımızın bize yüklediği görevlerden biri de birbirimize iyiyi emretmek ve birbirimizi kötülüklerden sakındırmaktır. Ki kardeşlik hukuku da bunu gerektiriyor. Bizim bu yükümlülüğümüzün rağmına davranıp, yekdiğerimize “İslamcı”, “tasavvufçu”, “Şii” ve “Sünni” gibi tanımlar üzerinden yaklaşmamızın sonu da işte şimdiki halimizdir. Oysa buna hakkımız yoktur!

Dinimizin dilinin Arapça olduğunu unutmamalı ve tercümelerin, ne de İslam dairesindeki meşru aidiyetlerimizin bizi özden koparmalarına fırsat vermemeliyiz. Örneğin, Arap, “ana Muslim” derken, Türk, “ben Müslüman” der. Öte yandan bir Fars, “men Muselmanem” ve bir İngiliz, “I am a Muslim” der. Sonuçta ilahları BİR!

Sözün burasında bir daha soralım: İslamcı mıyız, Müslüman mıyız? İslam nedir ve Müslüman kimdir? İslamcıya farz, helal ve haram olan şeylerin hepsi Müslümana da geçerli değil mi?

Öyleyse yapmamız gereken şey, inancımızın bizi birbirimize karşı yükümlü kıldığı görevlerimizi yerine getirmektir.