Sonuç ve ilgili kurumlara ve araştırmacılara çağrı…
Avrupa’nın arşivlerinin sadece bizim için değil, bir zamanlar işgale, işgallere ve sömürüye uğramış ve bizdeki gibi şimdi okumakta oldukları tarihleri bile sömürgecileri ve sömürge kafalı tarihçileri tarafından yazılan bütün halklar için birer hazine olduğunu bir kez daha belirteyim.
Ancak buradaki asıl sorun, bu hazinelere ulaşamamak değildir. Sorun, bu arşivlerin önemine dair bilinçten yoksunluktur. Çünkü müstemleke ülkelerin tarihçilerinin ve dahi yöneticilerinin büyük bir kısmının zihinleri de sömürgeci düşüncelerle maluldür. Bunun içindir ki, bu müstemleke hallerini emperyalistlerin kendilerine dikte ettikleri milliyetçi söylem, eylem ve politikalarla olağanlaştırıp sürdürmeye özen gösterirler.
Geçelim diğer halkları, daha düne kadar 22 milyon kilometrekarelik bir alana hükmedenlerin torunları olarak Türklerin bile çoğunun bu bilinçten yoksun olmalarının nedeni de budur!
Şu bir gerçektir ki, Türkiye bugün itibariyle hem kendisini ve hem de Osmanlıların bir zamanlar hüküm sürdükleri ve nüfuz ettikleri ülkeleri bu müstemleke halden kurtarabilecek bir potansiyele sahiptir.
Örneğin, özel ve devletin olmak üzere, sayıları 250’yi bulan üniversiteleri var. Araştırma görevlisinden profesörüne kadar sayıları belki 100 bini bulan akademik unvanlı bilim insanları var. Türkiye’nin son yıllarda Asya ve Afrika’dan getirip okuttuğu on binlerce öğrenci, araştırmacı ve akademisyen var.
Sadece üniversiteler bile kendilerini şimdiki mankurtlaştırma merkezi görünümünden kurtarıp, isimlerine yaraşır işler yapsalar, bu halde mi olurduk?
Her üniversitenin kendi bünyesinde oluşturduğu birçok araştırma merkezi var. Ama şahit olduğum kadarıyla bunların çoğu adından öte bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü göz boyamanın dışında ürettikleri bir şey yoktur.
Bildiğimiz gibi, Birinci Dünya Savaşı, imparatorlukların da sonu oldu. Ki bunların en büyüğü de bizim köklerimizin geldiği Osmanlı idi. Yıkılan imparatorlukların bakiyesi üzerine kurulan ülkelere baktığımızda, kendi tarihlerini en ince ayrıntılarına kadar yazdıklarını görüyoruz. Hatta bizim tarihimiz hakkında yazdıkları bile bizim bizzat yazdıklarımızla kıyaslanamayacak kadar çoktur. Yani bizim için hayati derecede önemli olan bir konu gösteremezsiniz ki, onların yazdıkları bizimkinden katbekat fazla olmasın.
500 yüz yıl hüküm sürdüğümüz Balkanları mı dersiniz… Yüzlerce yıl hüküm sürdüğümüz Kuzey Afrika’yı, Arap Yarımadasını, Kafkasları, Anadolu, Bağdat, Basra, Şam ve diğer yerleri mi dersiniz… Hatta ve hatta İstanbul mu dersiniz… Kısacası, bir tane konu bile olsun gösteremezsiniz ki, Batılıların yaptıkları araştırmalar ve ortaya koydukları eserler bizimkinden fazla olmasın…
Şunu da kesin bir şekilde bilelim ve belirtelim ki, bu gerçekliğimizle behemehâl yüzleşmeliyiz. Önlerine Türkiye’nin Yüzyılı hedefini koyanlar da bu gerçekle yüzleşmeden bir şey yapamazlar, ikinci Yüzyıla çağıranlar da…
Peki, sizce Türkiye olarak bu yüzleşmeyi gerçekleştirebilecek miyiz?
Sizler de takdir edersiniz ki, siyaseti ve yöneticileri de bu yüzleşmeye ikna edecek olanlar, haddizatında her şeyin sorgulanabildiği ve her türlü fikrin neşvünema bulduğu, tartışıldığı ve kısaca bilginin ve öğretisinin özgür olduğu ve özgürce tartışıldığı üniversitelerdir. Ama üniversitelerimiz de vesayetle malul oldukları, diplomalarından akademik unvanlarına ve hatta inançlarına kadar her şeylerini kendilerini o makamlara getirenlerin ayaklarına paspas yapan rektörlerin tahakkümünde bulundukları ve beşik ulemasını andıran akademisyenler cirit attıkları sürece ne bu yüzleşmeyi gerçekleştirebileceğiz ve ne de bir adım ötemizde gözlerimizi kamaştıran hazinelere dokunabileceğiz.
Ama zor olsa da er ya da geç bu sömürge zihinlerin üstesinden geleceğimize ve hazinelerimizi elde edeceğimize dair inancım da ümidim de tamdır…