Özellikle yakın tarihimizi yeniden yazdırmamızı gerektirecek kadar önemli belgelere-bilgilere sahip olan arşivlerden biri de Avusturya arşivleridir şüphesiz…

Bu arşivleri tanımadan önce birileri bana şimdi burada size yazdıklarımı anlatsalardı, inanır mıydım, bilmiyorum. En azından, çok abarttıklarını söylerdim. Ta ki, Viyana Üniversitesi’nde doktora yaparken, bu arşivlere girip içindekileri görünceye kadar…

Bu arşivlere onca yoğun girmeme ve birçok konu hakkında belge-bilgi toplamış olmama rağmen, hala yeterince tanıdığımı söyleyemem. Ama bildiğim kadarıyla hiçbir Türkiyeli araştırmacı benim kadar buradaki arşivlere vakıf değildir.
Tabii, konumuz bu arşivlere olan hâkimiyetim değil, bu arşivlerin tarihimiz hakkında içerdikleri belgeler-bilgiler ve neden hala bunlara yabancı ve hatta bunlardan habersiz olduğumuz ve dolayısıyla neden hala bunlardan hakkıyla ve layıkıyla istifade edemediğimizdir!

Sözün burasında aklımıza bir soru daha geliyor: Acaba diğer Avrupa ülkelerinin arşivleri de bu kadar zengin mi? Bu soruya cevabım da, tereddütsüz bir şekilde “evet” olacaktır!
Almanya dışındaki ülkelerin arşivlerine hala girmediğim halde böyle bir sonuca varmamın nedeni, bu iki ülkenin arşivlerinden hareketledir. Avrupa ülkeleri, birbirileriyle birçok kez savaşmış olmanın dışında, bir de kendilerinin dışında kalan dünyayı işgal edip sömürgeleştirmek yönünde de amansız ve dahi kanlı bir rekabet içinde olagelmişlerdir. İster diplomatik amaçlı olsun, ister dini, ticari, insani yardım, işgal ve ister sömürü amaçlı olsun, her halükarda temas içinde oldukları ülkeler hakkında çok yönlü bilgiler toplamayı ihmal etmemişlerdir. Deyim yerindeyse, o ülkelerin röntgenlerini çekmişlerdir. Diplomatlar, ajanlar, tüccarlar, misyonerler, öğretmenler ve gezginler bir yandan işlerini yaparken, diğer yandan görüp yaşadıklarını yazıya döküp ulaştırmışlardır. Bu demek değildir ki, her yazdıkları tamamen doğrudur, doğrunun ta kendisidir. Kasten veya bilmeden aktardıkları yanlış bilgiler ve bazen de abarttıkları konular olsa da azdır. Ki bunlar da doğrulara ulaşmamıza engel değildir.

Osmanlı Arşivi de dünyanın sayılı büyük arşivlerindendir, ama içeriğini Avrupa’nın arşivleriyle kıyaslamak mümkün değildir.

Konuyu Avusturya arşiviyle sınırlı tutarak devam edelim.

Aşağı yukarı Osmanlı İmparatorluğu ile aynı dönemde doğan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun büyüklüğü ve nüfuz alanı da Osmanlınınkinden aşağı değildir. Ancak Osmanlılar 1800’lerin sonlarına kadar gayrimüslim ülkelerde mukim elçi bulundurmazken, Avrupa ülkelerinin ilk fırsatta gerçekleştirdikleri bir eylem de Payitaht’ta mukim elçiler ve başka görevliler bulundurmak olmuştur. Hatta bununla yetinmemişler, her biri kendi gücü ve nüfuzu oranında Osmanlı’nın diğer önemli eyaletlerinde ve liman kentlerinde de değişik görev ve sıfatlarla temsilciler bulundurmuşlardır. Bu da özellikle son 200 yılda olmuştur.

Mesela Osmanlıların Avrupa’ya açılmalarının önündeki set olan ve bu nedenle birçok kez savaştığı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Konstantinopolis’te bulundurduğu daimi elçiden ayrı olarak Kudüs’ten Şam’a, Trablus’tan Fas, Tunus ve Cezayir’e ve bir de Balkanlardaki hemen hemen her vilayette konsolosluklar ve değişik temsilcilikler bulundurmuştur.

Bu arşivler de diplomatından ajanına, misyonerinden öğretmenine ve tüccarından seyyahına kadar hepsinin eseridir. Bu arşivleri, yani onların yaptıklarını görüp de çalışkanlıklarına imrenmemek, gıpta etmemek ve takdir etmemek mümkün değil!

Peki, bu arşivler neden bizim için de bir hazine önemindedir ve yakın tarihimizi dahi yeniden yazdırmamızı gerektirecek kadar önemli bilgiler nelerdir?
İnşallah devam edeceğiz.