Kötü ve kötülük nedir, iyi ve iyilik nedir? Kime ve neye göre iyi, kime ve neye göre kötü? İyi ile kötü birbirinden ayırt edilemeyecek kadar birbirine yakın, birbiri ile iç içe ve birbirine benzemekte midir? Yoksa iyi ve kötü fiiller, akil ve baliğ olan her insanın birbirinden ayırt edebilecekleri kadar açık ve net midir? Peki, bir sözün, bir eylemin kötü olduğunun ölçüsü nedir? İyiye ve kötüye dair soruları çoğaltabiliriz.
Bazı eylemler var ki, her toplumda ve her dinde yasaktır. Bir de kanun koyucuların bu yasakları çiğneyenler için koydukları, belirledikleri cezalar vardır.
Bazı fiillerin iyi veya kötü olarak tanımlanmaları, kişilere ve inançlara göre farklı olsa bile, kötü diye tanımlanan fiillerin çoğu, hangi inançtan olursa olsun, insanların çoğunluğu için de kötüdür. Örneğin, yalan, iftira, hırsızlık, rüşvet ve adam kayırmak gibi fiiller bunlardandır. Hatta bazı ülkelerin serbest kıldıkları zina bile vatandaşlarının çoğunun içine sinmiyor ve kötü görüyorlar. Kişilerin yukarıda saydığımız kötü fiilleri işlemeleri bilmezliklerinden değil, bilinçli bir tercihtir. Dolayısıyla bir kötülüğü açık veya gizli, bireysel veya topluca işlemeleri de bilinçli bir tercihtir. Ahlaki anlamda bir toplumun düzeyini ve halini belirleyen de bireysel olarak işledikleri açık gizli kötülüklerden çok, topluca ve birbiriyle yardımlaşarak, dayanışarak işledikleri kötülüklerdir.
Gerçi hangi inançta olursa olsun, her toplumda “iyi” olarak tanımlanan fiilleri yapmak ve “kötü” olan şeyleri yapmamak ve yapanları da sakındırmak gibi sözlü ve yazılı kontrol mekanizmaları ve bu bağlamda yaptırımlar var. Ama bu yaptırımları uygulamaları gerekenler de yine insan oldukları için, çiğneyebiliyorlar. Yeter ki, istesinler…
Toplumun ezici çoğunluğunu biz Müslümanlar oluşturduğumuza göre, bu kez konuyu da kendimizle sınırlayacağız.
Kötülüğün inancımızdaki diğer adı haramdır. Dilimizdeki “yasak” kavramı da bir bakıma buna tekabül eder. Dolayısıyla her kötülük veya yasak, niteliğine, büyüklüğüne ve verdiği zarara göre hem dünyada ve hem de ahirette cezası olan bir suçtur da.
İnancımız açısından baktığımızda, hiç de iyi bir hal üzere olduğumuzu söyleyemiyoruz. Bireysel olarak işlediğimiz açık ve gizli kötülükleri-haramları da geçtik, artık birçok haramı topluca işliyoruz. Hatta hayatlarını İslam’a ve Müslümanlara karşı savaşmakla geçiren ölülere topluca dua eden Müslümanlar bile az değildir. Bu ise, ameli bir sapmanın da ötesinde, itikadî bir sapmadır.
İnancımızın emrettiği gibi dosdoğru olmamız gerekirken; birbirimize iyiyi emretmemiz ve birbirimizi kötülüklerden sakındırmamız gerekirken, bile bile ve dahi örgütlü bir şekilde haramlarda karar kılıyoruz.
Zaten bugün hırsızlık, rüşvet, adam kayırma, iftira ve yalan, artık topluca yaptığımız ve hatta kanıksadığımız kötülüklerden değil mi?
Sözün burasında kendimizden başlayarak soralım: Biz de bunlardan biri miyiz? Bunlardan biri değilsek, bu fiilleri işleyenlerin neresindeyiz? Onlarla ortak mıyız veya onların yaptıklarına göz mü yumuyoruz yahut bedeli ne olursa olsun, Müslümanca bir tavır mı sergiliyoruz?
Bedelden söz ettik, çünkü bazen oluyor ki, aynı safta namaz kıldığınız amirleriniz veya arkadaşlarınız, sizi bu haramları işlemek ile işinizden olmak arasında bir tercihe zorluyor.
Bir de siyaset, cemaatçilik, hemşericilik ve milliyetçilik bizi o kadar kuşatmış ki, dinin hükümlerini bile ona göre kabul veya reddeden bir yerdeyiz. Tabii, bu reddediş, yani İslam’ın hükümlerine karşı gelmek, deyim yerinde ise, onları ayaklarının altına almak söz ile değil, eylemlerledir.
Ne yazık ki, toplum olarak kötülüklerde yardımlaşan tarafımız da iyilik yapan tarafımızdan daha ağır basıyor. Zaten eğer böyle olmasaydı, İslam ile savaşanlar ve Müslümanları öteki olarak görenler bize yüz yıldır tahakküm edebilirler miydi?
Selam olsun bedeli ne olursa olsun, kötülüklerde yardımlaşmayanlara ve selam olsun kötülüklere karşı olanlara…