Türkiye olarak geçirdiğimiz yüz yılı “Atatürk Yüzyılı” olarak tanımlamak yanlış olmasa gerekir. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, %99’u Müslüman olan bir toplumdan İslam’ı reddeden bir topluluk oluşturabilmiş ve yaptığı anayasa da içinde “değiştirilemeyen ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” maddelerle birlikte hala yürürlüktedir.

Dikkat ederseniz, burada bir dinden diğer bir dine cebir, şiddet zor kullanılarak geçişten söz ediyoruz. Bir toplumun dinini değiştirmek, hele hele zorla değiştirmek kesinlikle kolay değil, ama kabul etmek gerekir ki, Atatürk bu zoru başarmıştır. Atatürk’ün Türklere ve diğer Müslüman unsurlara bu yeni dini dayatma ve kabul ettirme sürecinde başvurduğu en önemli silahlar Türklük, Türkçülük ve Milliyetçilik idi. Katliamlar, idamlar, İstiklal Mahkemeleri, sürgünler, işkenceler, baskılar ve yasaklar derken, on binlerce masum insanın kanı döküldü.

Mustafa Kemal’in kurduğu ve bugüne kadar topluma tahakküm eden düzenin en büyük özelliği, toplumun ezici çoğunluğunu etnik ve dini aidiyetleri üzerinden tanımlayıp potansiyel düşman görmesidir. Mustafa Kemal ikisi içeriden ve biri dışarıdan olmak üzere üç düşman ihdas etmişti. Dışarıdaki düşman Komünizm iken, içerideki iki düşman da irtica ve bölücülük idi. Bu kavramlarla kimlerin kast edildiğini biliyorsunuz.

Üzerinden yüz yıl geçti, ama bazı şeyleri hala değil tartışmak, soru olarak bile gündeme getirmeye korkuyoruz. Örneğin, Türkiye’nin rejimi cumhuriyet mi veya mutlakiyet yahut diktatörlük mü? Ülkenin adının Türkiye Cumhuriyeti olmasının dahi bizi böyle bir soru sormaktan alıkoyamamasının nedeni, anayasaya tanrısal bir kutsallığın atfedilmiş olması ve değiştirmeyi teklif etmenin dahi suç sayılmasıdır. Diğer bir soru da Atatürk’ün bir tanrı mı veya bir diktatör mü yahut bir demokrat mı olduğudur.

Gelelim Başkan Sayın Erdoğan’ın ilan ettiği “Türkiye Yüzyılı”na.

Hemen belirtelim ki, Erdoğan’ın birçok alandaki hizmetleri, bütün seleflerinin hizmetlerinin toplamından daha fazladır. Yani ülkenin kaynaklarının önemli bir kısmını ülkenin yararına kullanabilmiş bir liderdir. Diğer birçok alanda da devrim niteliğinde işler başardığı bir gerçektir.

Ancak şimdiye kadarki icraatları ne kadar önemli ve büyük olursa olsun, önümüzdeki yüz yılı şimdikinden daha farklı bir yere götürmesi mümkün değildir.

Gerçi Erdoğan da “Türkiye Yüzyılı” ile neyi kast ettiğini henüz açıklamadığı için, biz de lehte veya aleyhte sözler söylemek yerine, bu büyük ve büyük olduğu kadar ümit veren iddianın zihnimizde oluşturduğu sorulardan birkaçını şimdilik sorabiliriz:

İşte o sorular:

-              Türkiye Yüzyılının anayasası da toplumu etnik ve dini aidiyetleri üzerinden ötekileştiren mevcut anayasa mı olacak, yoksa milletin iradesinin eseri olan yeni bir anayasa mı yapılacak?

-              Türkiye Yüzyılı, müstemlekenin, sömürgeciliğin ve yetmezliğin bütün özelliklerini içinde barındıran mevcut eğitim sistemi ve birer mankurtlaştırma merkezini arındıran üniversitelerle mi inşa edilecek yoksa anılan kurumlar isimleriyle müsemma hale mi getirilecek?

-              Geçen yüzyıl boyunca aradığımız, hasret kaldığımız ve ama bir türlü kavuşamadığımız adalet Türkiye Yüzyılında hak ettiği yerde mi olacak yoksa şimdiki gibi can çekişen bir halde mi yaşatılacak?