Dünya tarihinde iz bırakan ve tarihin bazı dönemlerine damgalarını vuran milletlerden biri de Türklerdir. Öyle ki, tarihin kayıtlarına göre, dünyanın en geniş İmparatorluğu da yine Türklere aittir! Ancak hep aynı inançta kalmamışlar ve tıpkı diğer milletler gibi, zamanın akışı içinde kısmen veya çoğunluk olarak bir dinden diğer bir dine girdikleri olmuştur. Önceleri Gök Tanrı inancından Şamanizme, Budizme, Yahudiliğe, Zerdüştlüğe ve Hristiyanlığa birçok din ile hayatları kesişen Türkler, miladi sekizinci yüz yılda İslam’a girmişlerdir. Hemen belirtelim ki, bu İslam’a giriş de bütün Türkleri değil, ezici çoğunluğunu kapsamıştır. İslam’dan sonra da önceleri Orta Asya’da sonraları da Güney Asya’ya, Afrika’ya, Kafkaslara, Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya kadar genişleyip çok sayıda yüzlerce beylik, hanlık, devlet ve imparatorluk kurmuşlardır.

Bunlardan biri olup Anadolu’da kurulan Osmanlı İmparatorluğu da yıkıldığı 1918 yılına kadar 600 yıl boyunca İslam adına üç kıtaya kadar yayılmıştır. Bu süre içinde sadece Müslümanlar değil, gayrimüslimler de genelde kendi şeriatlarına göre yaşayabilmişlerdir. Toplumsal barışı, güveni ve refahı da İslam’a riayet ettikleri ölçüde sağlamışlardır. Önceleri İslam’ı Avrupa’ya getirdikleri için Araplar üzerinden Müslümanları okuyan Avrupalılar, bu kez de Türkler üzerinden okumuşlardır. O kadar ki, örneğin, Boşnaklar gibi, İslam’a girmeyi Türk şeklinde görenler bile olmuştur!

Türklerin kurduğu bu imparatorluğu yıkmaları, dört bir koldan ve dahi içeriden gerçekleştirdikleri aktif saldırılarla iki yüz yıl sürdü. Bilanço ağır mı ağırdı: Bilanço 5 milyon Müslümanın ölümü, bir o kadar malul, yetim ve dul, 10 milyona yakın göç ve harabeye dönmüş haliyle elde kalan son kale Anadolu’nun da işgali…

Bugün itibariyle geniş bir coğrafyada ve birçok devlet halinde yaşayan Türklerin ezici çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte devletlerinin bazıları açıktan ve bazıları da dolaylı olarak İslam ile savaş halindedirler. Ancak biz burada konuyu sadece Türkiye’deki Türklerin son bir yüz yıl içinde yaşadıkları dinsel değişim ve dönüşümle sınırlı tutacağız.

Türkler, inançlarının temellerini oluşturan ezan sesi susmasın ve şehitlerinin kanından rengini alan, tevhidi ve bağımsızlığı simgeleyen bayrak ebediyen dalgalansın şiarıyla savaşmaları ve işgalcileri def etmeleri uzun sürmedi. Bütün cephelerde omuz omuza savaşan Türkler,  Kürtler, Araplar ve kısaca bütün Müslüman unsurlar, bu inançlı birlikteliklerini kurdukları ilk Milli Mecliste dünyaya haykırdılar. Bu zaferlerini bir de milli iradenin ifadesi ve cumhurun diğer adı olan Cumhuriyet ile taçlandırdıklarına sevineceklerdi ki, kendilerini İstiklal Mahkemeleri’nde, darağaçlarında ve sürgün yollarında buldular.    

Çünkü her ne pahasına olursa olsun, İslam’ı hayatın dışında tutan yeni bir toplum yaratmak iddiasında ve amacında olan Mustafa Kemal, elinden geleni ardına koymadı. Artık Müslümanların Türk olanları potansiyel birer mürteci ve Kürt olanları da potansiyel birer bölücü idiler. Kim inanırdı ki, yıllarca komutasının altında Allah Allah naralarıyla savaştıkları, minberden hutbesini dinledikleri, Birinci Millet Meclisine Başkan seçtikleri ve bu Meclisin açılışını Kur’an tilaveti ve bütün yurttaki Cuma hutbelerinde yaptıkları dualarla yapan Mustafa Kemal’in kendilerine yeni bir din dayatacağını…

O gün bugündür Milli İrade “mürteci” ve “bölücü” adı ile hem öteki hem şüpheli ve hem de sanık sandalyesindedir. Zaten hâkimiyet de hiçbir zaman TBMM’nin duvarında yazılı olduğu gibi milletin olmadı. Çünkü mutlak hâkimiyet, son nefesini verinceye kadar bizzat Atatürk’te idi. Ölümünden sonra da bu mutlak hâkimiyet onun henüz hayatta iken anayasaya koyduğu ilkelerine geçti. Duvarlarına, “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazılı TBMM’nin mutlak görevi de milletin iradesini temsil değil, bu ilkelerin de içinde olduğu anayasanın ilk dört maddesini tanrısal bir buyruk olarak korumak ve değiştirme önerisinde bulunanları cezalandırmaktır!

Yaşadığı süre içinde mutlak hâkimiyet Mustafa Kemal’in idi.

Öldükten sonra da bu hâkimiyet onun ilkelerine devredildi. Mustafa Kemal’in, Milli iradenin tecellisi olan ilk Meclisini dağıtması ve 1921 Anayasasını ilk fırsatta lağvetmesi, milli iradeye karşı girişilen ilk darbeler olarak Cumhuriyetin tarihine geçmiştir. 1924 Anayasasında yer alan “devletin dini din-i İslam’dır” hükmünü 1928 yılında anayasadan çıkarması da bunun öncesinde ve sonrasında gerçekleştirdiği devrimler ve koyduğu ilkeler de milletin iradesine indirilmiş birer darbeden öte bir şey değildir!

Mustafa Kemal, yaptığı anayasalarda toplumun %1ini oluşturan Yahudileri ve Hristiyanları birer azınlık olarak tanıyıp haklarını anayasanın güvencesi altına alırken, toplumun %99unu oluşturan Müslüman Türkleri ve diğer Müslüman unsurları aynı haktan mahrum etmekle kalmamış, onlara yeni bir din dayatmıştır!

Hülasa, bir zamanlar dünyaya nizam veren ve adları İslam ile özdeşlemiş olan Müslüman Türklerin son bir yüz yıldır devletin dinine girmemeye ve kendilerini ötekileştiren rejimin askerleri olmamaya direndikçe, katliamlardan idamlara, sürgünlere ve darbelere kadar her türlü saldırıya maruz kalabiliyorlar. İnançlarını yaşayamasınlar ve iradelerini idarelerine yansıtamasınlar diye kafalarına, imanlarına, vicdanlarına ve benliklerine vurdukça vuruyorlar. Türklükle vuruyorlar, milliyetçilikle vuruyorlar, bayrak, devlet, laiklik, Atatürk ve Atatürk Milliyetçiliği ile vuruyorlar. Bütün bunlarla birlikte bir de çarpıttıkları din ile vuruyorlar. Kesintisiz devam eden bu saldırıların şiddeti o kadar fazla ki, Türklerin bir kısmını irtidata, bir kısmını takiye yapmaya, bir kısmını Müslüman sıfatının yanına laikliği, milliyetçiliği ve Atatürkçülüğü eklemeye ve çoğunu da susmaya kadar götürmüştür. Yalın bir şekilde “ben Müslümanım” diyebilen Türkleri mumla aradığımızı söylesek, abartmış olmuyoruz!

İşte bütün bu acı gerçeklerden hareketle soruyoruz; sizce de Türklerin tarihlerinde bundan daha karanlık bir yüz yıl olmuş mudur? Diğer bir soru da şudur: Müslüman Türkler, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına veya Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tanıttığı Türkiye Yüzyılına da yine İslam’ı tanımayan ve Müslümanları mürteci olarak tanımlayan mevcut anayasa ile mi gireceklerdir?