Hocamızın cevabı ile devam edeceğim, ama önce pek rahat etmediğim bir hususa değineyim… Malumunuz, bazen “ben” ve bazen “biz” zamiriyle yazdığım oluyor. Zamirlerin birbirine geçişlerini mazur görmenizi istirham ediyorum…

Evet, kapısını çalıp, üniversitede akademisyen olarak devam etmek istediğimi arz ettiğimde, odasının dört bir yanını bozkurt heykelleri ve resimleriyle süsleyen o hocamızın cevabı da hala kulaklarımda çınlar:

“Bekir, seni bu kafa ile almayız!”

Bu kafa dediği şu idi: Onların yurtta ve fakültede hafiyeleri vardı ve beni hem şeriatçı ve hem de Kürtçü olarak rapor etmişlerdi kendilerine.

İşte benim Avrupa’ya kesinlikle gitmeyi kafama koymam da hocamızın o cevabı üzerine oldu. Fakat gitmek istediğim bir yer daha vardı; Afganistan… Deyim yerinde ise, Afganistan Cihadının ve İran İslam Devriminin haberleri ile büyüyorduk. Müslümanların dünyanın en zalim güçlerinden ikisine karşı verdikleri mücadele bizim de esin ve besin kaynaklarımızdandı.

Bu amaçla mezun olmak yerine bir ders bıraktım ve 1988 yılının Ağustos ayında İran ve Pakistan üzerinden Afganistan’a gittim. O esnada hala Rusların (SSCB) işgalinde olan Afganistan’da 6 ay geçirdikten sonra 1989’un Ağustos ayında Türkiye’ye döndüm. Geçen bir yıl içinde yaşadıklarımı “Nemrut Dağı’ndan Hindukuşlara- Cihadı Kuşanan Topraklar” adı ile Ocak 1990’da yayınladıktan sonra, kalan tek dersimi de verip Avusturya’ya gittim…

Viyana Üniversitesi’ne kayıt ve Almanca öğrenimi derken, doktoramı da yaptım.

Evlilik, iş ve çocuklar derken, bir baktık ki, 20 yılımız geçmiştir.

Nasıl ki, Avusturya’ya gitmeme bir hocamız sebep olmuştu, Türkiye’ye geri dönmeme de her zaman ve her yerde mümin, mücahit ve âlim duruşuyla ümmetin medarı iftiharı olan İhsan Süreyya Sırma hocamızın, Türkiye’de olmamın daha yararlı olacağı yönündeki tavsiyesi sebep oldu.

Ve 2010 yılında İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde göreve başladım. Vereceğim ders de, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi olduğundan, benim için yeni bir imtihan başlamış oluyordu.

Bu dersi verdiğim on yıl boyunca birçok kez “müfredatın dışına çıkıyorum” diye uyarıldığım oldu. Lakin yalanların bekçiliğini yapanlar için bardağı taşıran damla, benim Ocak 2017’de, İstiklal Marşı’nı Kürtçeye çevirtme ödevini vermem oldu. Aynı gün dersten el çektirdiler. Ve Ağustos 2020’de ise, sözleşmem, “2018-2020 dönemi akademik performansı yetersiz” diye sonlandırıldı. Aralarında biri çıkıp da yönetime, “ders verdirmediğiniz bir hocanın akademik performansını neye göre ölçüyoruz?” diye sormadı, soramadı!

2020’den bugüne kadar onlarca devlet ve vakıf üniversitesine doğrudan ve dolaylı olarak yaptığım başvuruları da zımnen Bölücü-Kürtçü olduğum ithamıyla reddettiler.

Sizler de takdir edersiniz ki, bu zulümlerin mağduru bir ben değilim, bütün Kürtlerdir.

Bugünden düne ve dünden bugüne baktığımızda, zulmün el değiştirerek devam ettiğini görürüz. Dünkü vesayetin adı Kemalizm idi ve zulmedenlerin başlarında fötr şapka vardı. Bugünkü vesayetin adı da Memalizm’dir ve zulmedenlerin başında takke vardır. Hala bir darbe anayasası ile yönetiliyor olmamız da zulmün devam ettiğinin delilidir. Daha kötü olanı ise, iktidarından muhalefetine kadar yöneticilerin ezici çoğunluğunun bu anayasayı bir ibadet aşkıyla dayatıyor olmalarıdır! Rejimin gözünde Müslümanlar hala mürteci ve Kürtler de hala bölücü oldukları için, bizim ne kadar Müslüman ve ne kadar Kürt olabileceğimizin sınırlarını da Kemalistlerle Memalistler birlikte belirliyorlar.

Kürtler, Müslüman da olmaları nedeniyle iki kat zulüm görüyorlar. Örneğin, TBMM bile Kürtçeyi hazmedememekte ve hala “bilinmeyen bir dil” olarak kayıtlara geçirebilmektedir! Bunun ırkçılık mı veya başka bir şey mi olduğunu siz düşününüz!

İnkâr politikaları hala devam ediyor olmalı ki, kamu kurumlarından özel kurumlara ve iş dünyasından siyaset dünyasına kadar milyonlarca Kürt, özgeçmişlerine Kürtçeyi yazamıyorlar! Çünkü hala bölücü olarak itham edilip işlerinden edileceklerinden ve envaiçeşit zulümlere uğratılacaklarından korkuyorlar! Dünyanın neresinde olursa olsun, bir kişi özgeçmişine kendi anadilini yazamıyorsa, köledir! Kürtler, bilesiniz ki, bu kölelik zincirini kırma yolunda atacağınız adımlardan biri özgeçmişinize anadilinizi yazmanız ve Kürt olup da özgeçmişlerine Kürtçe yazmayanları seçmemenizdir!

Bu vesile ile bir çağrımız da kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlara ve dolayısıyla dindaşlarımızadır: Allah’ın ayetlerinden olan Kürtlüğe ve Kürtçeye karşı savaşmayı behemehâl bırakınız ve emredildiğiniz gibi dosdoğru olunuz! Aksi halde bugün kutsadığınız hiçbir şey Hesap Gününde sizin lehinizde şehadette bulunmayacaktır!

Toparlayalım; elbette ki, üniversiteden çok birer Mankurtlaştırma Merkezine dönüştürülen bu kurumlarda her türlü vesayete direnen bilim insanları da vardır. Ama devlet olsun, vakıf olsun, bütün üniversitelerin şu veya bu vesayetin pençesinde oldukları da şüphesizdir. Dün Kemalist Vesayet bizi üniversitelerden kovuyordu, bugün de Memalist Vesayet bizi üniversitelerden kovuyor! Bugün gidiyoruz, ama onurdan cübbemizle ve başımız dik olarak! İnşallah er veya geç, ama yine geleceğiz, hem de karanlıklara boğduğunuz üniversitelere aydınlık olarak…